13 Ocak 2010 Çarşamba

Adam.

Adam.


Deniz yazar

Yazıyor bir şeyler saatlerce, sabah oldu demiş kalkmış, bakmış saat 11.30, paranoya başlangıcı olduğunu hatırlamış, hemen telefona sarılmış, bir başka semptom bulmuş kendinde, derhal gitmeli doktora. Okey vermekte annesi, karşılayacak ne vardıysa ruhunda kesik. Yamayacak bir doktor arayacak.

Noodle siparişi veriyor. Siparişi nakit ödeyene %20indirim. Nakdi işaretliyoruz, adam geliyor, cüzdana bakıyor, kuruş yok. Onunla tanıştığımız günün aksine. 65kuruşun aksine. Ama o zamanlar kuruş yoktu, 65.000 vardı cebimde, yani o zamanın parasıyla, hiçbişeye yetmeyen bi para. Simit sarayında bi kuşburnu bile içemezsin mk.

Adam geliyor, deniz cüzdana bakıyor. Kredi kartı var ama olmaz, onda biriktirilmiş ve kenara konmuş paralar var, ya hasta olursam? O zaman lazım. Dönüyor. Adam, bence sen geri git, üzgünüm, sen ye onu. Galiba suratında açlık izleri var, kahvaltı etmemiş ki daha, ama saat 14:14. Adam olmaz diyor. Gitmem kalırım. Kapının önünde otururum. Sen ödemeni yap. Aslında yapma boşver. O zaman diyor Deniz, gel içeri. Kapıdan yani, gir içeri. Adam giriyor. Üstü sırılsıklam. Dışarıda yağmur. Okul tatil iyi ki. Deniz ketılda su kaynatıyor, adama koyuyor çay. Isıtıyor çay. Deniz ondan çay içmez, vücudundaki her dolu alemi kustu gözyaşlarını, midesini, geceyi. Ve o geçen gün, geçmekteki gün ruhu ısındı. Ondan, çay içmez deniz. Kahve kapiçino filan içer. İçti de. Adam ısındı. Ye dedi. Paketi açtı. Açtı. Kullanılmış bir çatalla yemeye başladı. Ne de olsa benden başkasının salyası yok üzerine kanırtılmış. Problem de olmazdı, titizliğim üzerimde değil, geçmiş beş sene hep başkasının kusmuklarını yemedik mi zaten doymak için, mühim değil dert değil. Lakin geçmiş geçmişte böyle şekillendiyse gelecek de aynı şekilde çeperlenecek değil. Mühim değil, bunları konuşmayalım. Tamam yiyelim. Deniz yer. Adam içer. Biri doyar biri ısınır. İyi ki okul tatil.

Keşke abim de burda olsaydı.

Keşke zaman dursaydı

Keşke görünmez olabilseydik

Keşke ışınlanabilseydik

Keşke an’ı durdurabilip durmuş an ve mekanda bizler hareket edebilseydik. Ama sadece biz.

***

Bak bence dokunmalı o yıldızlar birbirine, yoksa ruhları üşümeye devam eder. Dokunmalılardır ki, abisi, kedisi ve kendisi, korkmasın. Gece.

***

Beni onlar davet etmez, çünkü ben yalnızca benim olanları davet ederim, benim olanları ve bana ait olanları. Benim olup da bana ait olmayanların, bana ait olup da benim olmayanların hiçbiri bir hücresini bile sokamaz bu kapıdan içeri. Bir kapıdır ki, o kapının ardı bir başka kapı Bu yüzdendir ki “biz” diye bir kelime vardır. Biz’e dahil olmayanlara burada yer yoktur, bizim sığıntı limanımızdır burası. Bir ötekileştirme söz konusu değildir, ama bizim de davet edilmeyişimizin sebebi budur. Nedir?

Her davet edenin de bana ait ve benim olduğu da gerçekliğin bir parçası değildir.

Demek ki, peşinden gittiğimiz, önünden gittiğimiz, yanında gittiğimiz, üstünde veya altında gittiklerimiz, davet edilen yere etrafında gittiğimiz yerdir biz. Biz, bu kapıdan içeri girebilendir bizim iznimizle, davetimizle.

Biz güzel bir şey.

Bakıyorsun: kabı sana benzemiyor.

Bakıyorsun: içi senin aynın.

Bakıyorsun: sen yoksun, o var.

Bakıyorsun: o sensin. Je est un autre. Ben bir başkasıdır, ben o’dur, bir başkası olan odur.

Bakıyorum: alter ego,

Bakıyorum: beni benim kadar iyi tanıyan, o kadar iyi dost.

Bakıyorum: dişilerde erkek, erkeklerde dişi olduğu takdirde özerklik isteyerek (dissosiyatif bozukluklar) (kişilik bölünmesi) (şizofreni) ortalığı karıştırabilecek, VAR BEDENDEKİ YOK KİŞİ.

Bilmiyorum ne yaşandı ne yaşanmadı, rüya mı gerçek mi. Ama o adam kapıdan içeri giremedi. O adamı ben çağırmadım. O adam kim. Nasıl neden.

Of bittim gene. Uyuncak ve dokun. Thetis

14 Ekim 2009

Thetis

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder