21 Ocak 2010 Perşembe

SÖZ - II


carpe diem "günü yakala" anlamına gelen kelime grubu, diye geçer ekşi sözlükte.

vazgeçme, erteleme...
yaşamı umursa!
kendi gerçeğini bulmak istiyorsan,
düşünü kovala.

Lacivert gibi sağlam olmalıyız kızlar.
ne pembe gibi yalandan, ne siyah gibi damardan!
lacivert gibi sağlam, lacivert kadar sağlam!
Ve evet, gece gibi evet evet, gecenin o güzel laciverdinde, yani kendimizde parlamalı altın düşüncelerimiz, yıldızlar gibi.


sanki ertesi gün ölecekmiş gibi yaşamak, her anın, her insanın
tadını çıkartmak, gününü gün etmek

"carpe diem even if it kills you"
ölü ozanlar derneği

artık o gerizekalı feysbuk oyunlarını oynamaya son
artık msn başında saatlerimi öldürmeye son ve
artık kendimi "hadi çalış hadi çalış" diye zorlamaya, kötü notlar alınca üzülmeye son
yapamadıklarımı düşünüp hayıflanmaya, bir sonraki gün için telaşa kapılmaya son.


neden mi?
buraya Marx'tan yana geldim.
buraya Adam Smith'ten yana geldim.




Marx'a geleceğiz.

Adam Smith'in Ulusların Zenginliği adlı eserinden yola çıkıyoruz. Saygıdeğer düşünür, ulusun varacağı en iyi, en güzel, en uzak noktanın iş bölümü olduğunu savunur. Örnek olarak da toplu iğne imalatını verir. Çalışanların kimisi toplu iğne ucunu boyar, kimisi parlatır; bazısı iğneyi elde edecek şekilde iğnenin ham maddesini parçalara ayırır; geri kalanlar da iğnenin ucunu sivrileştirir. Son işlem de iğneyle toplu iğne ucunu birleştirmektir. Bu işlem esnasında yapılan her farklı hareket, birer birer insanlar arasında bölüştürülür.
paşakızı her zaman iğnenin ucunu sivriltir diyelim,
thetis her zaman uçla iğneyi birleştirir,
diğerleri de diğer işlemleri yapar.
yani, herkes bir alanda uzmanlaşır.
bu, iş bölümüdür.
böylece, zamandan tasarruf ederiz.
ve Adam Smith'e göre, işte bir ulus için zenginlik buydu.

Gelgelelim değerlimiz Marx'ımıza
Marx'a göre autonomy, yani insanın kendi kendine yetebilmesi son derece önemliydi,
iş bölümünde ise, insan illa ki bir şeylerden feragat etmek zorundaydı, başka bir şeye kavuşmak amacıyla.
Örneğin thetis fırıncı ekmek yapıyor,
crs's ise sütçü olsun :)
süt almam için ona ekmek veriyorum filan. o da aynı şekilde.
birbirimize muhtacız.
there is no autonomy here.
(zaten Adam Smith'e göre, insanlar birbirlerine bayıldıklarından ötürü değil, doğalarında değiş-tokuşa meyillilik olduğundan ötürü ticaret ederlermiş.)

Her gün her gün aynı işlemi yapmaktan, yaşayabilmek için çalışmaktan ziyade, çalışmak için yaşıyor hale gelmemizden ötürü
1) Yaptığımız işten
2) Üretim sürecinden
3) Arkadaşlarımızdan
4) Kendimizden
uzaklaşıyoruz.

1) Aynı şeyi milyonlarca kez zorunlu olarak yaptığımız için, profesörü dahi olsak, yaptığımız işten bıkıyoruz. Bu bizi işimizden soğutuyor.
2) bkz. 1
3) Sürekli çalıştığımız için çok yoruluyoruz. Dinlenmeye olan ihtiyacımızdan ötürü arkadaşlarımıza vakit ayıramıyoruz, bu da yanında depresyonu getiriyor.
4) İstediğimiz hiçbir şeyi yapamıyoruz, artık sosyal bir yaradılış olmaktan çıkmışız. Robot gibiyiz, insan olmaktan çıktık artık.



sonuç olarak, Marx'tan yola çıkarak ve söylediklerini bizzat tecrübe ederek


CARPE DIEM!







SÖZ - I


Alışkanlık, yaratıcılığın yadsınması ve özgürlüğün değillenmesidir; kişinin kendi kendine giydiği ve farkına varmadığı bir deli gömleğidir.
Arthur Koestler

20 Ocak 2010 Çarşamba

Zorlu Kirlere Çözüm!


Temizlik malzemesi reklamlarına uyuz oluyorum.Neden mağdur kişi hep kadındır?Hadi onu geçtim ona yardım edecek bir kadın daha yok mudur?Ona yardım edecek o lanet zor kirleri çıkaracak kişi hep kaslı süper kahraman mı olacak?Ayaklanalım bence bu reklamlar yüzünden!Topunu yakmalı,yıkmalı izlememeli gerçi.Ama bununla kalmamalı, artık harekete geçmeli.Bu reklamları protesto etmeli!Zorla izlettiriyorlar bari süper kahramanımız şekilli vücutlarıyla kadınlar olsun.Kodummu oturturum diye alttan alttan versin ultimatomu.En azından temizliği güçlü olduğumuz için yaptığımızı düşünürüz(müş gibi yaparız).

U-zak

uzak
kalbim
uzak kalbim
çırpınışlarında
bir şiir okudum
Işıl demiş yazan, kendine.
uzak kalbim
adını Hayat'a verdiğine
okudukça
ne duygusal ne mantıklı
ikisi de olmayan
duygusal mantıklı sabahlarda
yavaş yavaş dokunurken avucunun içine
elimi bilinçsizce tutan bilinci yarım bir adam
o an
yarı kapalı bilincine rağmen hoşuma gidiyor bilinçsiz tutuşu elimi,
avucunda sıkışı
işte o gün, viyana'da karanlık bir sabahmış meğer.
bilinci kapalı uykularımda bilinçsiz adamın yarı bilinçli tutuşu elimi
hoşuma gidiyor.
uzak?
yanımda uzanıyor şimdi,
yarı bilinçsiz
bak bu defa uykusunda da değil
çok içmiş.
solumda idi.
sarsıldım ve bakıyorum imdi
tuşlara dokunmaktaymışım meğer
aklımda bir karaköy hatırası viyana kokan caddeleri, aydınlık gecelerin karanlık sabahlarına giden bir küçük kız çocuğu pis sokaklarda kendini aramaktaymış, bir hikayenin baş kahramanı olabilirdi oysa.
oysa iki kişilik bir hanenin, iki kişilik bir hikayenin baş kahramanı olabilirdi sağındaydı solundaydı sokakta, ya da üstünde altındaydı başka yerlerde
ama uzakmış kalbi
sağıma soluma bakıyorum evet her yere bakıyorum hayır yoksun
yok
ve burası viyana değil.
uzak?
evet uzak, artık yanımda değil


Işıl'a...

KONSTANTINOS KAVAFIS

KONSTANTINOS KAVAFIS

İşte, topraklarımızda (bir süreliğine de olsa) yaşamış, saygıdeğer bir şair!
İskenderiye'de doğmuş, İstanbul'da yaşamış bir süre, asıl adı Alexender Kavafis olan ünlü Yunan sanatçı.
  • İlk şiirleri 1903'te Yunanistan'da yayımlandı. Bir yıl sonra 14 şiirden oluşan ilk kitabını çıkardı.
  • 1907'de Nea Zoi (Yeni Hayat) adlı edebiyat dergisinin çevresinde toplanan genç sanatçılarla ilişki kurdu. 1910'da birinci kitabını 12 şiir ekleyerek yeniden yayımladı.
  • 1911'den ölümüne dek şiirlerini dergilerde yayımlayan Kavafis'in 154 şiiri toplu olarak 1935'te yayımlanabildi.
  • Bütün şiirleri 1963'te gün yüzü görebildi.
  • En önemli şiirlerini 40 yaşından sonra yayımladığı için kendisini "yaşlılığın şairi" olarak nitelendirmiştir.
Kavafis konularının çok büyük bir bölümünü tarihten almıştır. Onun asıl ilgi alanı olan Helenistik dönem ve Bizans, bir kahramanlar çağı değil, karmakarışık olaylar, nedensiz gibi görülen savaşlar, uydu krallıklar, sürgün edilmiş kukla krallar, politik dalgalar, kıskanç, tutkulu sanatçılar çağıdır. Doludizgin bir cinsellik bu örgünün dokusuna işlenmiştir.

En baba şiirlerinden ikisi, Şehir -ya da Kent der bazısı- ve İthaka'dır.


ŞEHİR

Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin
bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

Çeviren: Cevat Çapan



İTHAKA

İthaka’ya doğru yola çıktığın zaman
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
Ne Lestrigonlar’dan kork,
Ne Kikloplar’dan, ne de öfkeli Poseidon’dan.
Bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer.
Ne Lestrigonlar’a rastlarsın,
ne Kikloplar’a, ne azgın Poseidon’a,
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,
kendi ruhun onları dikmedikçe karşına.

Dile ki uzun sürsün yolun.
Nice yaz sabahları olsun,
eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde
önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin!
Durup Fenike’nin çarşılarında
eşi benzeri olmayan mallar al,
sedefle mercan, abanozla kehribar,
ve her türlü başdöndürücü kokular;
bu başdöndürücü kokulardan al alabildiğin kadar;
nice Mısır şehirlerine uğra,
ne öğrenebilirsen öğrenmeye bak bilgelerinden.

Hiç aklından çıkarma İthaka’yı.
Oraya varmak senin başlıca yazgın.
Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın.
Varsın yıllarca sürsün, daha iyi;
sonunda kocamış biri olarak demir at adana,
yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin,
İthaka’nın sana zenginlik vermesini ummadan.

Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka.
O olmasa yola hiç çıkmayacaktın.
Ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka.

Onu yoksul buluyorsan, aldanmış sanma kendini.
Geçirdiğin bunca deneyimden sonra öyle bilgeleştin ki,
artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini İthakalar’ın.
Türkçesi: Cevat Çapan



Doyamadım şiirlere,
bir tane daha!


che fece .... il gran rifiuto

bazıları için bir gün gelir, o zaman
söyler o büyük evet'i ya da büyük hayır'ı.
belli olur hemen içinde kendi evet'ini
hazır bulunduran insan, ve onu söylediği an

onuruna onur katar, yönelir inancına.
pişman olmaz hayır diyen. hayır derdi yine
bir daha sorsalar. ama yiyip bitirir onu işte
o hayır - o doğru hayır - ömür boyunca.


üstaddan tatlı bir alıntı:
"önceki gün gözlerimin önünden geçen tek şiir, iki çocuğun güzelliğiydi."

1996 yılında şairin hayatını anlatan "Kavafis" biyografik filmini Yunan Yannis Smaragdis çekmiş. Filmin müziklerini Yunan büyük üstad Vangelis bestelemiş. Zaten film de, ünlü sanatçı Vangelis'e ithaf edilmiş. Malesef filmin müzikleri resmî albüm olarak yayınlanmamış. Vangelis'in "Odyssey: Definitive Collection" adlı toplama albümünde sadece "Main Titles" bestesini sunmakla yetinilmiş. http://www.imdb.com/title/tt0115849





Çevirmene dair...

Cevat Çapan, 1933 yılında Kocaeli Darıca’da doğdu. Robert Koleji ve Cambridge Üniversitesi İngiliz edebiyatı bölümünü bitirdi. İstanbul Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Yeditepe Üniversitesi Fen-edebiyat Fakültesinde dekanlık yaptı. Halen Yeditepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü öğretim üyesidir.
Şiirleri Adam Sanat, seçilmiş hikâyeler, Varlık, yeditepe gibi dergilerde yayımlandı. İngiliz ve Amerikan edebiyatından yaptığı çevirilerin yanı sıra Yunancadan da Türkçeye çeviriler yaptı. Çağdaş Yunan şiiri, İngiliz şiiri ve Amerikan şiiri antolojilerinin de aralarında olduğu birçok kitap yazdı, çevirdi.

Yapıtları
Dön Güvercin Dön (1985)
Doğal Tarih (1989)
Sevda Yaratan (1994)
John Whiting. Çağdaş Bir Oyun Yazarı, (Birinci Basım, Yankı Yayınları, 1975) Norgunk Yayıncılık, 2007.
Şiir Çevir Denize At (2008) Cumhuriyet Kitapları

Ödülleri
1986 Behçet Necatigil Şiir Ödülü
2008 Altın Portakal Şiir Ödülü (Bana Düşlerini Anlat)

ve
birkaç şiiri...


DÖNÜŞ

Yıllar sonra
odanın kapısını açınca
senin yerine
arkası dönük iki kadın görüyorum
yaşları belirsiz
biri kollarını balkonun korkuluğuna dayamış
öbürü kapının pervazına yaslanmış
uzanıp giden ovaya bakıyorlar
akşam serinliğinde.
Bakışlarının ucunda
mor dağlar yükseliyor
ve inen davarın
çan sesleri duyuluyor uzaktan.
Kapıyı aralık bırakıp
alacakaranlıkta
dağın doruğuna tırmanıyorum
yorgun atımın yedeğinde.



SOLUK SOLUĞA

Uzun, karanlık bir çığlığın da ardına düşebilir insan,
Titrek, eğri büğrü bir yazının çağrısına da uyar.
Bırakıp her şeyi döner -
Aşk bir buluşmadır çünkü,
Her zaman gecikmiş bir buluşma.

Bitmeyen bir kavuşmadır da aşk -
Araya her zaman bir şeyler girer:
Bazen kendi sevincinin kanat gölgesi,
Bazen nabzın hızı, yüreğin titreyişi,
Tüylerin telaşıyla besleniyor gibidir -
Araya her zaman bir şeyler girer:
Çalışma saatleri, karşılıksız sorular.
Nereden bilebilir insan
Bunların hepsinin de aşk olabileceğini?

Çoğu kez aldatıcıdır da,
Bakarsın, herkes onun askeri, onun şehidi.
Oysa aşk hiçbir zaman bir yarış değildir ki.
Bu yüzden yanılır hep
Sayın muhbir vatandaş, köftehor okur, arsız yetkili.
Sararmış bir fotoğraf olarak da çıkabilir karşına,
Borulu bir fonoğraf kılığıyla da.
Bakarsın, ona da dadanmış
Gündelik hayatın sosyolojisi.

Yeniden duyulur bazen o uzun ve karanlık çığlık.
Çağıran o titrek yazı yeniden belirir -
Çünkü aşk en eski köprüsüdür Balkanların, en eski.



WITTGENSTEIN

İçimin içime sığmaması
Canevimde çırpınan
Küçücük bir kuş
Olmasından mıdır aklın?

Cevap Çapan

19 Ocak 2010 Salı

Hepimiz pembeyiz,hepimiz yalanız ulan!


Her küçük kız çocuğunun hayalini süsler Barbie.Pembe hülyalarında hep o ve onun pembe hayatı vardır.Bebekleri alınsa bile kesmez onu,bebeğe elbise ister.Elbise alınır, mobilya ister.Mobilya alınır, ev ister.Ev alınır, daha büyüğünü ister.En sonunda olayı abartıp barbie olmak ister.Göz renginin bile pembe olmasını ister(kuzenimden biliyorum ki kendisi bana pembe lens sipariş etti!).İster de ister.Çocuktur anlıyorum, ben de istedim zamanında çok.(Hatta kuzenimle aynı yaşlardaydık.Sünnet olacaktı.Ben fırsattan istifade ortalığı ayağa kaldırdım 'gelinlik alın bana!' diye.)Sizce de fazla abartı değil mi bu?Yani ben artık sokaklarda gördüğüm barbie baskılı tshirtlerden,ayakkabılardan,çantalardan tiksiniyorum.Tamam ben de istedim ama bize mavi de alınırdı, yeşil de.Pokemon,transformers kalem kutuları falan vardı.Bütün küçük kızlar pembe değildi.Artık onları gördükçe tiksiniyorum pembeden.
Bir de şu çocuk şarkı yarışması var.Onun yüzünden de dövesim gelio şu çocukları.Abi böle bir şey olabilir mi?Ulan sen daha 10 yaşındasın götünde bok var daha.O hareketler ne?Küçük ibo küçük onur furyası bile küçüktü.Bunlar adeta 30yaşında.Hele bücür cadı mı fındık kurdu mu ne var.Onu bir kaşık suda boğabilirim.Hatta onun anne babasını boğmam için bir kaşık suya bile ihtiyacım yok.Ne biçim bir çocuk yetiştirme tarzı.Ayrıca o program ne o program?Bildiğimiz terör.Rtük nerde?Bu çocukları eliyorlar ediyorlar psikolojileri umurlarında değil.Ama bu işte hard core başka bir program var:Yeteknek sizsiniz.Küçücük çocukların çıkarıp daaaan diye tuşa basıyorlar,yazık...
Bu çocuklardan tiksinmemin tek sebebi;tv.Tv den tiksinmemin tek sebebi ;çocukların anneleri, babaları, yani izleyenler.İzleyenlerden tiksinmemin tek sebebi;izlettirenler.İzlettirenlerden tiksinmemin tek sebebi;evler,dolan cepler,reklamlar,para...
Anlıyorum ki bu çocuklara yazık ediyorum.Onlar da dahil hepimiz pembe bir yalanın parçasıyız...

18 Ocak 2010 Pazartesi

Petek le aman sabahlar olmasın(!)


Petek Dinçöz ü ne yapıcaz abi biz?Tekrar çıktı piyasaya.Tam kurtulduk evlendi derken yeniden peydah oldu.Bir de yetmez gibi her yere taşıdığı köpekleri çıktı şimdide.Israrla yanında dolaştırıyor.Alişan dan sonra Beyaz a da getirmiş.Mustafa Üstündağ ve Şafak Sezer ayar oldular.Beyaz köpeklerin ağzının ortasına vurmamak için zor tuttu kendini.Gerizekalı seyirciden ve onlarla aynı okulda olmaktan utandım bir an.Köpeğe alkış isteyen Petek e hep destek tam destek.Eller kızardı köpekleri alkışlamaktan.Mustafa Üstündağ da giydirdi bol bol takdir ettim.Beyaz neyin peşinde onu anlamadım.Neden köpekleri almış ki?İyi oldu ısırdılar bunu.Ama neyse ki işi sağlama aldı kucağa almadı köpeği.Yazık ulen bize!Yıl 2010 saat gecenin ikisi hala kanalları gezerken Petek zulmü!Sa ba ha kadar pettek!

7 Kocalı Hürmüz

Absürd,tatlı,komik,hoş,manidar...bu kelimelerin hepsi bu filmin sıfatlarından,ama en yakışanı "tatlı" sanırım.
ha,bir de cezbedici.


önce uzaktan filmin afişini gördüğünüzde tiyatro oyunu sanıyorsunuz.sonra dikkatli bakınca kadronun muhteşemliğini farkediyorsunuz.bir de bir dipnot:"anlatan EZOP"!
Siz sinemaya giriryor,koltuğunuza oturuyor ve Ezop'un muhteşem hikayesine bırakıyorsunuz kendinizi.

Filmden çıktıktan sonra bir gariplik hissediyorsunuz ama.bir şeyler eksikti sanki,değil  mi?evet,izlediğin bir sinema filmi değildi çünkü.Ezop bir hikaye anlattı sana,biraz binbir gece masalı,biraz orta oyunu,biraz modern komedi biraz kara mizah.ama bir film izletmedi.zaten Ezel Akay da(nam-ı diğer  Ezop),oturduğu koltuğun adı her ne kadar yönetmen koltuğu olsa da,"film anlatıcısı"diyor artık kendine.

Sakın ha,izlediğin tiyatrolarla,Ayten Gökçer'le,Türkan Şoray'la kıyaslamayın Ezopun hikayesin,topuna yazık etmiş olursunuz.

Filmin bana göre çarpıcı diğer yanları da müzik-dans saheleri ve karakterlerin yürüyüşleri.
her karakterin kendine has bir gölge oyunu,hacivat-karagöz yürüyüşü var(ki beni benden aldı:)
Dans sahneleri ise son derece eğlenceli ve cezbedici(bkz:El-Hub)

Oyunculuklarla ilgili yorum yapmak bana düşmez,bunu es geçiyorum.(Ama,Nurgül Yeşilçay!ne güzel kadınsın be!)

gelgelelim 7kocalı hürmüzün neden 7 kocalı olduğuna.
Anlatılanlara Tanrı bile dünyayı 6 günde yaratıp 1 gün dinlenmişken,kadın erkeği şekillendirmek için 7 gününü vermiştir.Ancak şu işe bakın ki hiç bir erkeğe erkekliğin 7 özelliği birden verilmemiştir.
Peki,acaba her kadın o 7 özelliği birden taşıyan erkeği mi arar?
diğer kadınları bilmem,ama işte 7 Kocalı Hürmüz aramış ve bulamayınca 7 ayrı koca bulmuştur kendine.

Berber Hasan erkekteki saflığı,Bekçi Memo erkekliğin çocuksu,pohpohlanmaya yatkın halini temsil eder Redif Çavuşu MehmetAli  romantik erkeği,Hallaç Rüstem de erkeğin aşktan ötürü aşağılansa da yanıp tutuşan ruh halini ve de ayran gönüllülüğünü gösterir bize.Hızır Reis tez parlar ama kolay aldanır.Fişek Ömer ise erkekliğin saf cinsel görünümüdür;kadını basit davranışlarla büyüleyen"doğrudan sonuca gitmek isteyen arzu hayvanı"dır.
Ve son olarak,Hürmüz'ün uğruna bütün kocalarından vazgeçtiği Doktor Hüsrev erkeğin zarif yanını temsil eder.kadını anlamaktan çok onu kendi romantik dünyasının dışavurumu olarak görür.ama gelgelelim Hürmüz onun uğruna bütün kocalarından vazgeçse de,sonrasında vazgeçmekten vazgeçecektir,çünkü Hüsrev bütün güzelliğine rağmen erkeksilikten yoksundur.

Çok mu uzadı?pardon efendim,kaptırmışım kendimi.biliyorum biraz geç oldu bu eleştiriyi yapmak için,artık sinemada izleyemezsiniz filmi ama,evde de olsa mutlaka izleyin derim ben.

(ayrıca müzikler için Ender Akay ve Suna Özgür'ü de haddim olmayarak alınlarından öpmek istiyorum)
(ayrıca Ezel Akay kendine neden mi film anlatıcısı diyor,sırasıyla izleyin ve anlyın: 1)Neredesin Firuze 2)Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü  3)7 Kocalı Hürmüz)
sevgiler.


13 Ocak 2010 Çarşamba

Adam.

Adam.


Deniz yazar

Yazıyor bir şeyler saatlerce, sabah oldu demiş kalkmış, bakmış saat 11.30, paranoya başlangıcı olduğunu hatırlamış, hemen telefona sarılmış, bir başka semptom bulmuş kendinde, derhal gitmeli doktora. Okey vermekte annesi, karşılayacak ne vardıysa ruhunda kesik. Yamayacak bir doktor arayacak.

Noodle siparişi veriyor. Siparişi nakit ödeyene %20indirim. Nakdi işaretliyoruz, adam geliyor, cüzdana bakıyor, kuruş yok. Onunla tanıştığımız günün aksine. 65kuruşun aksine. Ama o zamanlar kuruş yoktu, 65.000 vardı cebimde, yani o zamanın parasıyla, hiçbişeye yetmeyen bi para. Simit sarayında bi kuşburnu bile içemezsin mk.

Adam geliyor, deniz cüzdana bakıyor. Kredi kartı var ama olmaz, onda biriktirilmiş ve kenara konmuş paralar var, ya hasta olursam? O zaman lazım. Dönüyor. Adam, bence sen geri git, üzgünüm, sen ye onu. Galiba suratında açlık izleri var, kahvaltı etmemiş ki daha, ama saat 14:14. Adam olmaz diyor. Gitmem kalırım. Kapının önünde otururum. Sen ödemeni yap. Aslında yapma boşver. O zaman diyor Deniz, gel içeri. Kapıdan yani, gir içeri. Adam giriyor. Üstü sırılsıklam. Dışarıda yağmur. Okul tatil iyi ki. Deniz ketılda su kaynatıyor, adama koyuyor çay. Isıtıyor çay. Deniz ondan çay içmez, vücudundaki her dolu alemi kustu gözyaşlarını, midesini, geceyi. Ve o geçen gün, geçmekteki gün ruhu ısındı. Ondan, çay içmez deniz. Kahve kapiçino filan içer. İçti de. Adam ısındı. Ye dedi. Paketi açtı. Açtı. Kullanılmış bir çatalla yemeye başladı. Ne de olsa benden başkasının salyası yok üzerine kanırtılmış. Problem de olmazdı, titizliğim üzerimde değil, geçmiş beş sene hep başkasının kusmuklarını yemedik mi zaten doymak için, mühim değil dert değil. Lakin geçmiş geçmişte böyle şekillendiyse gelecek de aynı şekilde çeperlenecek değil. Mühim değil, bunları konuşmayalım. Tamam yiyelim. Deniz yer. Adam içer. Biri doyar biri ısınır. İyi ki okul tatil.

Keşke abim de burda olsaydı.

Keşke zaman dursaydı

Keşke görünmez olabilseydik

Keşke ışınlanabilseydik

Keşke an’ı durdurabilip durmuş an ve mekanda bizler hareket edebilseydik. Ama sadece biz.

***

Bak bence dokunmalı o yıldızlar birbirine, yoksa ruhları üşümeye devam eder. Dokunmalılardır ki, abisi, kedisi ve kendisi, korkmasın. Gece.

***

Beni onlar davet etmez, çünkü ben yalnızca benim olanları davet ederim, benim olanları ve bana ait olanları. Benim olup da bana ait olmayanların, bana ait olup da benim olmayanların hiçbiri bir hücresini bile sokamaz bu kapıdan içeri. Bir kapıdır ki, o kapının ardı bir başka kapı Bu yüzdendir ki “biz” diye bir kelime vardır. Biz’e dahil olmayanlara burada yer yoktur, bizim sığıntı limanımızdır burası. Bir ötekileştirme söz konusu değildir, ama bizim de davet edilmeyişimizin sebebi budur. Nedir?

Her davet edenin de bana ait ve benim olduğu da gerçekliğin bir parçası değildir.

Demek ki, peşinden gittiğimiz, önünden gittiğimiz, yanında gittiğimiz, üstünde veya altında gittiklerimiz, davet edilen yere etrafında gittiğimiz yerdir biz. Biz, bu kapıdan içeri girebilendir bizim iznimizle, davetimizle.

Biz güzel bir şey.

Bakıyorsun: kabı sana benzemiyor.

Bakıyorsun: içi senin aynın.

Bakıyorsun: sen yoksun, o var.

Bakıyorsun: o sensin. Je est un autre. Ben bir başkasıdır, ben o’dur, bir başkası olan odur.

Bakıyorum: alter ego,

Bakıyorum: beni benim kadar iyi tanıyan, o kadar iyi dost.

Bakıyorum: dişilerde erkek, erkeklerde dişi olduğu takdirde özerklik isteyerek (dissosiyatif bozukluklar) (kişilik bölünmesi) (şizofreni) ortalığı karıştırabilecek, VAR BEDENDEKİ YOK KİŞİ.

Bilmiyorum ne yaşandı ne yaşanmadı, rüya mı gerçek mi. Ama o adam kapıdan içeri giremedi. O adamı ben çağırmadım. O adam kim. Nasıl neden.

Of bittim gene. Uyuncak ve dokun. Thetis

14 Ekim 2009

Thetis

Ey Hayâ!

Yedi senelik hukukumuzu bir hattı elektronika saifesi ile bitirmemin sebebini bende arayacağına, anayasamızın maddelerini bir incelemen temennim.

ben mürteci değilim, irtica eyleyeyim,
mülteci değilim, yurduna iltica edeyim.
bir bir mi addedeyim sende ademiyet kalmadıysa,
adem-i teveccüh bimarıysam neyleyeyim?

bari adem'i te'lifiyetteki muvaffakiyetine etmeyelim nigah
adem'i riayet mi, vah vah...
ne yarlar temenni lakin râyin var bir bildiği.

Thetis
13.01.2010 01.49

hele yanıma sen

Hatırlamamak çizdiklerini

Bu benim mi?

Üstünü çizdiklerini

Karaladıklarını

Sonunda elde avuçta

Kafa karışıklığı sanatının

Getirisi.

Ev dağınık.

Çöp

Bulaşık.

Toz.

Ve zırıltı.

Aramak bazen

Benim gibi

Nerede

Neden

Niye

Nerelerdeyim ki?

Nerden geldim

Nereye gitmekte.

Doğum

Yaşam ve yaşantılar bütünü

Hiçbiri birbirini tamamlamamakta

Kırık hayatlar

Kırık hayatlar

Sen ne kadar uçsan da gökyüzünde

Duvarlar ne kadar olsa da saydam

Ve sana açsa göğsünü

Tüm gece kokusunu kaydetmeye çalışarak uyusan

Gözyaşların

Teninin altından

Akarken

Ve göğsünün ucunda toplansa tüm yaşlar.

Orada tutunsa dışarı bırakmadan.

Nedir

Sadece bütünlük duygusu

Anlaşılmak mı ki

Kim kimi nasıl nerede ne sebeple anlamış

Mümkünsüz

Olasısız bence

Ama o his var.

İnanmak istemek

İnandırma ihtiyacı(!)

İhtiyaç değil ki bu eninde sonunda bir arzu. Kimse kimseyi inandırmak ihtiyacında değil, arzusunda.

Arzularına sahip çık.

Ama inan sen, karşımdaki.

Yorgunum.

Senelerce adım atarım daha

Ölene dek koşabilirim

Tekrar aynı göğsüne tutunmak için aklımda sürekli geçmişe kayan gökyüzünde

Aynı ihtiyaç, ihtiyaca sebep olan aynı arzu ile.

Ben o an kimdim,

Sen kimdin.

Platon

Sokrat.

Fark etmez ki ikisi bir olsa.

Ya da var olmuş veya olmamış.

Sadece öğret bana. Ben severim anlatmayı ama sana değil, senden dinlemek varken kendimi senmişimcesine.

Kanımdan ol, canımdan ol, karışmadan kanıma- kan ol.

Olmaz mı?

Çünkü bütün kanımı hızlandıran güven ve duygu patlamaları

Şah damarın senle olanlar için şarıl şarıl dolup tazyikli tazyikli akmakta.

Sen ....

Sen yazdıktan sonra ardından ben gelemiyo' biliyor musun?

Sanki ben denen şey sadece senin geçmişin

Ben sadece eksik bir sen gibi.

Gül gibi zülfikar gibi kılıç yarası gibi temiz yüzümde gözlerimde bir ela hasret

...




Atak gelince parka kaçar ağlayıp bağırırdım bilmediğim semtlerde

Baba nerdesin? Aklımda bile yok

Annemi özledim! Gene aynı ağlıyorum ama ardından senin göğsünde susan çığlıklarım var

Kardeşlerim, onlar küçük abisi, ama sen onların abisi değilsin, olmamalısın, onlar bizim gibi farklı olmamalı, sıradan olmalı, kafası karışmamalı, hıçkırıklar süzülmemeli derisinin iç etrafından ve yüzeyinden, kova görünce tüm geçmiş aklını tokatlamamalı. Olabildiğine sakin, olabildiğine sıradan olmalı, (bu bir dua değil ama, yalnızca aklımın emrettikleri, arzumdan geçen ise keşke, keşke anlayabilseler ne kadar yorulsalar da, ve ben evet ben yamasam onları ama senin yaptığın gibi.. salt korkutmadan ve dokunmadan ruhunun istenmedik yerlerine ve bi’ düşünce olduğunda korkutan, hayır olmaz o yapmaz deseler ve ağlasalar, neden diğerleri de öyle olmadı, ya da ben bu göğsü bulmak için bu geceyi bulmak için bu gece böylesine sarhoş olup tüm kapılarımı ardına dek göz pınarlarımı kurutana ve midemin asitini bile kusana dek nasıl da açtım KENDİM DENEN O HİÇLİĞİ ama kesinlikle içkiden ötürü değildi, beden sarhoştu zaten tamam kandaki miktar coşturuktu ama RUH peki neden bu kadar ÜŞÜYODU NEDEN NEDEN NEDEN KİM BUZDOLABINA SOKTU BENİ NEDEN NEDEN NEDEN KİM YAPTI BUNU AMA SUÇLU ARAMAK DA ANLAMSIZ Kİ BELKİ DE BEN KAPATTIM KENDİMİ BİR SOĞUKLUĞA, YAZ HAVASINDA ÜŞÜYEN BENDİM TİR TİR ŞUBAT KARINA BÜRÜNÜP, AMA BU İHTİYACA İTEN NE VE KİMDİ BENİ, ONLARIN HEPSİ AYAKLARIMI EVİNE

RUHUMU SANA GETİRDİ.

SEN ISIT DİYE (?)

...



...

NEDEN BANA BUNLARI YAPIYOSUN?

Deniz, oğlum, sus, yat uyu.


28 Ekim 2009 03.02

Thetis

12 Ocak 2010 Salı

Bi odaya benziyo yeni bi insan fakat insan gibi bi insan. Eğer içinde yaşıyosan, yaşancak hale getirirsin. Eğer insansan o odayı oda yapan sensindir. Hayallerle de doldurursun eşyayla da ve en güzeli ise, hayal ve eşya uyumlu olduğunda güzeldir odan. Benim en sevdiğim odam burası. Odada neler mi var; çamaşır makinası, çamaşır askısı, masa, çamaşır dolu sepetler, bir sürü pencere, masa lambası, üstüne adımı bile yazmamış olduğum bir sürü yeni defter, makyaj malzemeleri, dine inanmam fakat kendimden bir hatıra olarak sakladığım seccade, makyaj aynası, kombi. Serinlik, sessizlik, sadakat, temizlik, çalışma aşkı, emek, emeğin getirisi bu oda. Bu oda, süslenilip püslenilen oda. Bu oda, yıkandıktan sonra girdiğim ilk oda. Bu oda bornozumu alıp banyoya götürdüğüm, bu oda, banyodan çıkıp bornozumu giyip ilk adımımı attığım oda. Beni ısıtmaya yarayan kombi burada. Suyumu ısıtan kombi. O sıcak suyun altında bulduğum huzur. Tüm karanlıklarından arınmak rahatlığı.

Bak bu odada, masanın altına sıkıştırılmış, tıkıştırılmış birçok bavul, çanta ve valiz var. Evet tıkıştırılmış, çünkü artık “gitmek” istememiş. Artık “kalmak” istemiş. Artık “mesken” istemiş. Ama “uykusunun gelmemesini” istemiş, bak yataklık bi yere benziyo mu, yerler çırılçıplak ve parkeler kalkmış gözyaşları bastığı için odayı. Yazamadığında ağlamış hep çünkü, bi de korkmuş hep delirmekten ya da hep deli kalmaktan, çizginin öbür tarafına geçmekten. Belirsizliği reddetmiş hep, ama çizgiye dayandığı zaman keçileri, çok korkmuş, ne olacak, demiş, ne olur, demiş, şimdi kendimi kendime bir tokat atmaktan alıkoysam ve çizgiyi aşsam, ne olur, o belirsizlikte neler gizli? Gene aynalar olacak mı? Ya da benim temizleyeceğim kirli çamaşırlar?

Bu oda, bak, tarak var, toka var. Biliyor çünkü hızla uzayacak saçları, ta ki beline gelecek, gene aynı boyda kestirilecek, yavaş yavaş kısalacak, üç numaraya gelene dek. Sıra sıra deneyecek, önce kendisi kesecek ağlaya ağlaya ve kin kusarak, sonra annesi onu bir berbere götürecek. Arka planda bir türk sanat müziği parçası çalacak, annesi gözlerini aynanın tavana en yakın noktasına dikip gözyaşlarının dökülmemesine çalışacak, sanki müziği dinliyormuş gibi yaparken. O ise mutlu ve acı içinde. Yanındaki çocuk ise şaşkın, benim bile saçlarım daha uzun diyen deyimler kokacak bakışları.

Seneler geçecek. Bir başka adam gidecek ve buna sebep gene kendisi. Gene kısacık saçları, aynı model, bu defa ama, bu defa kendi kesmeyecek, önce adam gibi birine kestirecek. I ıh. Beni yaşlı gösteriyo bu. Bu çok mutlu bi model. Ben huzursuz ve mutsuzum. Kime kızayım? Kime çatayım? Kime ve neye üzüleyim? Durum mutlu, ama ben değilim. Artık kurtuldum ama mutsuzum. Mutluydum ama durum kötürümdü. Şimdi ise eskisi gibi hala aynı huzursuzum. Elde var, ne? Sıfır değil.

Sonra gidecek, en olmadık bir kuaförde kestirecek saçlarını. Üç numara. Kuaför adam ağlayacak. Bana aşık olacak. Numaranı versene? Bir ay sonra özgürüm. Lütfen. Böyle bir kendiyle-barışıklık-abidesi-görülmedi. Ağlayacak, hem de çok. O sadece üç kanser kadını tıraş etmiş böyle. Ama, ya/belki benim de kalbim/fikrim kanser olduysa/oldu? Kim nerden bilebilir ki, ilgisiz davranışlarım ve beton yüzümün ardından kaç damla dökülüyor, ne depremler geçiriyor vücudum, ama temelim sarsılmıyor. Çünkü, biz en baştan başladık yaşamaya. En baştan inşa ettik, çünkü her defasında mis gibi temizledik enkazları. Bir anda olsun-bitsin, olduralım-bitirelim istedik, olmadı, canımız yandı çok, huzursuzlandık. Ama çabaladık be güzelim. Ve farkında olmadan, o huzursuzlukla, o telaş ve aceleyle, zamana yaydık. Aslında biz oldurmadık, kendisi zamana yayıldı. Ve böylece daha sağlam oldu. Temeller. Temel. Teme. Tem. Temiz. Te. T. Te. Ten. Teniz. Deniz. Den. De. Evet, bana böyle de. Deniz de.

Bu oda, umut.

Bu oda, gelecek.

Gelecek güzel günler.

Güzel günler gelecek

Bunu bildiren bir oda var.

Çalış diyen. Çalış.

“Kazan. Para kazan. Puan kazan. Sınıfı geç. Geleceğe gel.

Bu odada yaşa anı.

Oku burada.

Burada yaz.

Çevir bir daha tersten oku

Başka dillerden oku

Çevir ve para kazan

Geçin muhtaç olma

Geleceğe gel

Ama benden gitme” diyen bir oda var burada.

Ruhumu serinliğiyle ısıtan bi oda.

Senin gibi =)

Tatlı bi yer burası benim için.

Bu odada, uzun süredir kullanmadığım boyalarım var. Kullanılacaklar, biliyorlar. Bu oda söylüyor bunu.

Bu odaya asılanlar ya ıslaktır, ya kötü kokar. İyi koksun diye camın önüne konur, kurusun diye askıya asılır. O kadar. En sonunda ikisi de aynı yere çıkar. Bu serinlik, bu sadakat, bu sessizlik kokarlar. Bu oda, ben on sene salonda da yaşasam, bu oda bekler beni. Salon beni terk eder, kendini bile kaybeder, ama bu oda beni bırakmaz.

Salon hep değişir. Garip garip insanlar bile girer. Ama burada herkes temizlendi.

Burası hep temiz. Olmadı, kendini temizler. Salon hep zibidi. Benim uyuduğum yer.

Ben buraya bağlıyım. Ben burayı seviyorum. Benim gönlüm onda.

Çantalarımı o saklamasa, ben gene gitmiştim uzaklara. Ben gene başka bir evdeydim, bir tanımadığımla. Beni bu oda koruyor. Bu oda, anne. Anneden öte. Üstüme temiz şeyler giydirip beni yanında yatıran, ihtiyacım olduğu için tüm gece pişse bile bana sarılan bi oda burası.

Burası o.

Ve ben ona bağlıyım.

Odalar, insanlara benziyo’.

Bu oda, ışıkları kaparsan kapkaranlık. Huzurlu. Dışarının sesleri. Ama kendi sakin, sessiz. Işıkları yaparsan parlaklıktan gözün yanar, bakamazsın.

Sen de öylesin.

Sen öyleysen, ben sensem,

ben de öyleyim.



26 Ekim 2009

Thetis

11 Ocak 2010 Pazartesi

Bize ama O'na, O'na ama bana dair nokta nokta nokta

Of Taha,
Nereden de anlattım yaşananları, kendi kuyumu mu kazdım... Yaşadıklarımız bitti de, hayaller aleminden gelen karelerden ötürü uyuyamıyorum. Çok özledim yahu...
Onun kanından üç tüp alıp benimkine zerk etseler; o ben, ben o olsak da ne özlem kalsa, ne de görüşme hevesi/hayali. Hani nasılsa bende ondan var, bununla yetinir miyim acaba, bilmem. Ya da ileride bir pişmanlık? Karışık, ama güzel. İyi olmayan, iyi gitmeyen şeyler bile. Onsuz yaşayabiliyorum ama onsuz yaşayamamak geçiyor gönlümden. Beyin en iyi arkadaşımızdı hani? Şu an devredışı olduğu ortada. Sezgici mi olmak gerek? Çünkü çok defasında yanıldığı oldu beynimin, örneğin normalden çok daha az hormonlar salgılattığı dönemler. Hem de beni öldürmek için! Örneğin, serotonin. Ve sonucunda derin bir depresyon. İntihar girişiminden son anda vazgeçip psikiyatriste koşuşum, verdiği ilaca sorgusuz sualsiz başlamam... Beyin en iyi arkadaşımızdı hani? O hain beynim, o nankör en iyi arkadaşım olmasa belki onunla da tanışmaz, bu duygulardan olabildiğine uzak, bu duygulara olabildiğine yabancı olurdum: şayet o istikrarsızca çalışan bipolarcık olmasa. Böylesi mi daha güzel, diğer her bir türlüsü mü bilmiyorum. Onu, anlattığı, yanımda davrandığı ve bunlardan yola çıkarak yaptığım anlamlandırma ve yorumlar kadarıyla tanıyorum. Yani, aslında onu tanımıyorum. Belki de, yaşadığını ve bi yerlerde denizi taşıdığını bilmek bile yeter. Ya da gecenin bu saatinde bu karanlık optimizmle böyle sanıyor gönül. Mor. Lacivert. Koyu beyaz. Gece demek. Kaçamadığım hayaller demek. O demek.
11.01.2010 03.11

hayaller aleminden gelen kareler