19 Ekim 2010 Salı

BİR HAFTADA ALTI KİLO VEREBİLİRSİNİZ.

BİR HAFTADA ALTI KİLO VEREBİLİRSİNİZ.

YAĞ ERİTİCİ ÇORBA
MALZEME: 6 adet yeşil soğan, 2 adet domates, 1 büyük beyaz lahana, 2 adet yeşil biber, 1 demet kereviz sapı, 1 demet maydonoz, tuz , karabiber, köri, 1 adet tavuk veya et suyu tablet, isteğe bağlı olarak acı sos kullanabilrsiniz.
HAZIRLANIŞI: Tüm sebzeleri iyice yıkayınız. Sebzeleri küçük veya orta boy doğrayın, tencereye koyup üzerini öretecek kadar su ilave edin, 10 dk hızlı ateşte kaynatın sonra ateşi kısarak sebzeler yumşayıncaya kadar pişirin.
Bu çorbanın kalori değeri düşük olduğundan kendinizi aç hissettiğiniz her zaman içebilirsiniz. Bu hastalara ameliyattan önce zayıflamaları için verilen bir çorba. Diyet programına birebir uymanız çok önemli. Bol su içmeniz çok önemli yağlar bu sayede eriyor. 7 günlük diyet için çorbayı iki kez yapmak yeterliymiş.

BU ÇORBA İLE UYGULANACAK DİYET PROGRAMI:
1. GÜN: bütün meyveleri (muz hariç) yiyebilirsiniz. kabun ve karpuzun kalorisi düşük olduğundan tercih edilebilir. Sekersiz çay ve kahve serbestttir. su içmeyi ihmal etmeyin.
2.GÜN: bütün sebzelerden doyuncaya kadar yemek serbest. yeşil sebzeleri tercih edin. kuru fasulye, mısır, bezelyeden uzak durun. gün boyunca acıktıkça çorba için
3. GÜN: istediğiniz kadar çorba için. sebze meyve yiyin. patates yemeyin. !!! üç gün boyuncca hiç hile yapmadıysanız 3-4 kilo verdiğinizi göreceksiniz.
4.GÜN: muz ve yağsız süt. en fazla 3 muza izin var. yağsız sütün yanında bol bol çorba için.
5.GÜN: sığır eti ve domates. gün boyunca 310-620 gr sığır eti ve 6 adet domates yiyebilrsinz. gün boyunca 6-8 bardak su içmeyi ihmal etmeyin. çorbaya devam.
6. GÜN: et ve sebzeler. bugün 3-4 adet büftek ve sebze yiyebilirisnz. yeşil lifi olan sebzeleri tercih edin. patetes yemeyin.
7. GÜN: kahverengi pirinç. meyve ve sebze suları ile tekrar doyurun kendinizi. acıktıça çorba için.

Altıncı günün sonunda yukarıdaki diyeti hiç hile yapmadan uyguladyısanız 5-8,5 kilo kaybetmiş olmanız gerekir. Şayet 7,5 kilodan fazla kaybettiyseniz tekrar başlamak üzere 2 gün için diyeti burakmanız gerekir. Bu 7 günlük planı istediğiniz sıklıkla uygulayabilirsiniz. Bu diyet sisteminizi temizleyecektir. Bu rejimle yağlar hızla yanar. Diyet sırasında alkol ve alkollu içecek kesnlikle kullanmayın, çünkü bunlar vücudunuzda yağ birikimine sebep olur. alkolu dyete başlamadan 24 sa önce bırakın. Diyete başladıktan sonra bağırsak faaliyetleriniz değişir. Çorbalarınza kepek ekleyebilirisniz. Bu diyette kahve serbesttir, zaten 3. günün sonunda kafeine ihtiyaç duymayacaksınız.

YASAKLAR: ekmek, alkol, karbonatlı içecekler. bunların yerine şekresiz çay, koyu kahve, doğal meyvesuları, kızılcık suyu ve yağsız süt içilebilir. bu temel yağ eritici çorbayı aç hissettiğiniz her an içebilirisniz. ne kadar çok çorba içerseniz o kadar çok yağ kaybedersiniz. kızartılmış sebzeler yasaktır. et yerine haşlanmış veya fırınlanmış derisi alınmış tavuk da yiyebilirisniz.

20 Mayıs 2010 Perşembe

The Aristotelian Golden Mean(Virtues and Vices)

Hazırladığım bir ödevle ilgili gezinirken gözüme takılanları paylaşmak istedim.


Deficiency/Vice// Mean/Virtue// Excess/Vice

-Cowardice (korkaklık)// -Courage (cesaret)// -Foolhardiness (deli cesareti)
-Anorexia (aşırı derecede zayıflık)// -Moderation (ölçülü olma)// -Gluttony (oburluk)
-Stinginess (cimrilik)// -Generosity (cömertlik)// -Profligacy (hovardalık)
-Standoffishness (çekingenlik)// -Friendliness (cana yakınlık)// -Obsequiousness (yağcılık)
-Shyness (utangaçlık)// -Pride (gurur)// -Vanity (aşırı gurur)
-Pessimism (karamsarlık)// -Realism (gerçekçilik)// -Optimism (iyimserlik)
-Celibacy (abazanlık)// -Monogamy (tek eşlilik)// -Promiscuity (önüne gelenle)
-Dullness (durgunluk)// -Well-roundedness (çok yönlülük)// -Wildness (haşarılık)


According to Aristotle, one must seek the mean, "the Golden Mean", between extremes, which is not the middle, but what is proper in a given situation.

Ben bu altın oran fikrini hristiyanlıktaki "seven deadly sins" hikayesine benzettim. Hani şu wrath, greed, sloth, pride, lust, envy, gluttony versiyonu. Aristoya göre ahlaklı, erdemli olmak; topluma uygun, gereği gibi, uçlardan uzak yaşamakla oluyordu. Hatta araştırıken fark ettim ki şu hani yüzdeki altın oran hikayesi vardır ya, işte onun da Aristo felsefesinden çıktığı söyleniyor. Tabi Aristonun sadece ahlaklı olmak için değil, sanat için de geliştirdiği bir altın oran kanunu var sanıyorum. Sizleri de düşünürmek için kendi yorumumu yazmak istemiyordum aslında ama bana gayet christianityi besleyen, bağnaz bir düşünce biçimi gibi görünüyor.

30 Mart 2010 Salı

tarihte bugün ne olmuş,nasıl olmuş

bir göz gezdireyim bakalım,neler olacak demiştim ve şu öldü bu doğdulardan sonra bir şey çarptı gözüme:
Ezanın Türkçe okunması için Senato'ya yasa önerisi verildi.(30/03/1973)


peki nedir ezanın tarihteki gidişatı?


Ezan 1932 ile 1950 yılları arasında Türkçe okunmuştur ülkemizde.tarihlere dikkatinizi çekmek istiyorum.
1932 yılı CHP'nin tek parti olarak iktidarda bulunduğu,Atatürk'ün cumhurbaşkanı olduğu dönemdir.
Ezanın Türkçe okunması uygulamasına geçilmeden önce Atatürk'ün isteğiyle din adamları bunun caiz olup olmadığı tartışılır ve caiz olduğuna karar verilir.Ardından Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı genelge ile ezanı artık Türkçe duymaya başlarız.Artık anlamını çoğumuzun bilmediği(o dönemde biliniyor olabilir,ama şu an durumun öyle olmadığı aşikar)Arapça sözler yerine bu sözlerle öğrenmeye başlarız namaz vaktini:
"Tanrı uludur; 
Şüphesiz bilirim, bildiririm:
Tanrı'dan başka yoktur tapacak,
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı'nın elçisidir Muhammed
Haydin namaza, haydin felaha
Namaz uykudan hayırlıdır."


hatta 1941 yılında Türk Ceza Kanununa eklenen hükümle ezanın Arapça okunması cezai yaptırıma bağlanmıştır.(bu uygulamanın biraz aşırıya kaçtığını ben de kabul ediyorum,ama dönem şartlarını da gözönüne almak gerekli)

peki sonra ne oluyor?
1950 yılı Demokrat Partinin iktidara geldiği yıldır.DP'nin ilk icraatlarından biri Arapça ezanı serbest bırakmak oluyor.Türkçe ezan yasaklanmıyor ama bir daha da kullanılmıyor(demek ki halk bunu istiyormuş diye düşünmeyin lütfen.pek çok din adamının bağnaz olduğunu ve dönemin şartlarını gözönünde bulundurun)

peki ya sonra?darbe oluyor,Adnan Menderes idam ediliyor(hayır,asla onaylamıyorum),61 Anayasası yürürlüğe giriyor(keşke hala yürürlükte olsa).ve bundan tam 37 yıl önce Senatoya ezanın Türkçe okunması için yasa önerisi veriliyor.
sonuç?Ezan 60 yıldır Arapça okunuyor ve duyanların büyük bir çoğunluğu onun sadece namaza çağırdığını biliyor,nasıl çağırdığını değil...
Arapça ezan makamlı okunması v.s. gibi sebeplerle kulağa hoş geliyor olabilir,ama bir o kadar da boş geliyor.


kaynak: http://www.kongar.org/aydinlanma/2004/440_Turkce_Ezanin_Oykusu.php
             http://www.tarihtebugun.gen.tr/

3 Mart 2010 Çarşamba

ARAMIZDA BU CAM BÖLME

ayırmışlar seni benden
aramızda cam bölme
biliyorum ordasın sen
şu camın arkasındasın
şu incecik
şu zavallı
renkli camın ardındasın
yapayalnızsın

uzanmışsın soylu çıplaklığınla
ama çıplak değilsin
pembesin
yeşilsin
morsun
kızılsın
saçlarınla oynuyorsun durmadan
sabah kesip kısa kısa
akşam uzatıyorsun
gözlerinle oynuyorsun durmadan
gözyaşın değişmiyor
gülüyorsun pencereden sokağa
kuytuda ağlıyorsun
bekliyorsun ağlayarak
o mavi kuşu

biliyorum
biliyorsun dilini duvarların
kapıların karanlığa kapanışını
gece köpek seslerini yolcu uçaklarını
filmin öbür yarını
sonun ardını
çiçekli balkonların gizli yanlızlığını
aşkın kedi çığlığını ıslaklığını
içkinin yasalara amansız düşmanlığını
duyuyorsun
biliyorum
yaşıyorsun çırılçıplak
ama işte ardındasın şu camın
kozanın içindesin
saçlarınla oynuyorsun durmadan
gözlerini boyadıkça artıyor dalgınlığın
bekliyorsun
biliyorum
bekliyorsun ağlayarak
o mavi kuşu

bense öbür yüzünde zavallı camın
vangölü’nün karanlık sularını çılgınca
çılgınca kulaçlıyorum kavuşmak için sana:
-tamarraaaa
ah tamarraaa
güzel tamarraaa!

bitmiyor su
bitmiyor su
kıyı kaçıyor
çığlıklarım karışıyor karanlık dalgalara

varıyorlar bizden sonra seninle bana
anlıyorlar bizden sonra seninle beni
sen bir avuç barut külü bir yanda
ben bir avuç ateş külü bir yanda
durur küller arasında yalnız ve uzak
o incecik
o zavallı
cam bölme.....

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

27 Şubat 2010 Cumartesi

SENİN MASALLARINI DİNLEMEK


Evreni kucaklıyorum

Ama seni değil

Dokunamıyorum sana

Bir tavla sehpası açık önümüzde

Bir de onun hikayesi dilinde

Ben sana bakıyorum

Gülmeden konuşmadan

Davranmadan sana.

Sadece

Gözlerini severek gözlerimle

Titreyen ellerinle

Dudağının ucuna tutturduğun

Bir tutam tütünü

Fark etmemişçesine bakıyorum bana bakmana

Peki bu tavla sehpası

Neden açık hala?

Hatalıyım biliyorum

Çok daha hızlı yürüyebilirdik bize

Hiçbir çekincen olmadan

Eğer ki anlatmasaydım sana

Her çapkınlıktan sonra kendimi nasıl hissettiğimi.

Tavla sehpası açık

Bir de hikayesi

Babalar konuşuyor kafalarımızda

Boşver ikimizinkisi de ilgisiz.

Sana dokunabilir miyim

Dudaklarımla?

Evreni kucaklarken

Senin müziğinde kaybederken kendimi

Dayayabilir miyim sırtımı göğsüne

Bırakabilir miyim kendimi sakin rüzgarına?


sen adına

Senden bir şeyler kalsa bende

Unutmuş gibi unutsan

Ne senin ne de benim olan

Ama benim sahiplenebildiğim


Bir kitap olsa

Çok sevmiş gibi anlatsam

İlginçmiş gibi dinlesen

Merak etmiş gibi yapsan

İstemiş gibi, desen, ödünç verir misin bana?

İnan kalmasa baskısı,

Ellerimle yazarım aklımda kalanları.

Bir sebep bulsam mantıklı

tekrar görüşmek için

Mantıklı bir sebep

Katıksız beyin.

Yok

Bilmiyorum ben ki

Israr edebilirim gel de gel diye

Başkalarının arasında

Yani sırf seni görmek için



Gel gözüne bakasıcağım

Gel tenini sevdiceğim

Tüm şarkılarımı veresiceğim

Gel yanıma otur, bir şarkı söyle bana.

21 Ocak 2010 Perşembe

SÖZ - II


carpe diem "günü yakala" anlamına gelen kelime grubu, diye geçer ekşi sözlükte.

vazgeçme, erteleme...
yaşamı umursa!
kendi gerçeğini bulmak istiyorsan,
düşünü kovala.

Lacivert gibi sağlam olmalıyız kızlar.
ne pembe gibi yalandan, ne siyah gibi damardan!
lacivert gibi sağlam, lacivert kadar sağlam!
Ve evet, gece gibi evet evet, gecenin o güzel laciverdinde, yani kendimizde parlamalı altın düşüncelerimiz, yıldızlar gibi.


sanki ertesi gün ölecekmiş gibi yaşamak, her anın, her insanın
tadını çıkartmak, gününü gün etmek

"carpe diem even if it kills you"
ölü ozanlar derneği

artık o gerizekalı feysbuk oyunlarını oynamaya son
artık msn başında saatlerimi öldürmeye son ve
artık kendimi "hadi çalış hadi çalış" diye zorlamaya, kötü notlar alınca üzülmeye son
yapamadıklarımı düşünüp hayıflanmaya, bir sonraki gün için telaşa kapılmaya son.


neden mi?
buraya Marx'tan yana geldim.
buraya Adam Smith'ten yana geldim.




Marx'a geleceğiz.

Adam Smith'in Ulusların Zenginliği adlı eserinden yola çıkıyoruz. Saygıdeğer düşünür, ulusun varacağı en iyi, en güzel, en uzak noktanın iş bölümü olduğunu savunur. Örnek olarak da toplu iğne imalatını verir. Çalışanların kimisi toplu iğne ucunu boyar, kimisi parlatır; bazısı iğneyi elde edecek şekilde iğnenin ham maddesini parçalara ayırır; geri kalanlar da iğnenin ucunu sivrileştirir. Son işlem de iğneyle toplu iğne ucunu birleştirmektir. Bu işlem esnasında yapılan her farklı hareket, birer birer insanlar arasında bölüştürülür.
paşakızı her zaman iğnenin ucunu sivriltir diyelim,
thetis her zaman uçla iğneyi birleştirir,
diğerleri de diğer işlemleri yapar.
yani, herkes bir alanda uzmanlaşır.
bu, iş bölümüdür.
böylece, zamandan tasarruf ederiz.
ve Adam Smith'e göre, işte bir ulus için zenginlik buydu.

Gelgelelim değerlimiz Marx'ımıza
Marx'a göre autonomy, yani insanın kendi kendine yetebilmesi son derece önemliydi,
iş bölümünde ise, insan illa ki bir şeylerden feragat etmek zorundaydı, başka bir şeye kavuşmak amacıyla.
Örneğin thetis fırıncı ekmek yapıyor,
crs's ise sütçü olsun :)
süt almam için ona ekmek veriyorum filan. o da aynı şekilde.
birbirimize muhtacız.
there is no autonomy here.
(zaten Adam Smith'e göre, insanlar birbirlerine bayıldıklarından ötürü değil, doğalarında değiş-tokuşa meyillilik olduğundan ötürü ticaret ederlermiş.)

Her gün her gün aynı işlemi yapmaktan, yaşayabilmek için çalışmaktan ziyade, çalışmak için yaşıyor hale gelmemizden ötürü
1) Yaptığımız işten
2) Üretim sürecinden
3) Arkadaşlarımızdan
4) Kendimizden
uzaklaşıyoruz.

1) Aynı şeyi milyonlarca kez zorunlu olarak yaptığımız için, profesörü dahi olsak, yaptığımız işten bıkıyoruz. Bu bizi işimizden soğutuyor.
2) bkz. 1
3) Sürekli çalıştığımız için çok yoruluyoruz. Dinlenmeye olan ihtiyacımızdan ötürü arkadaşlarımıza vakit ayıramıyoruz, bu da yanında depresyonu getiriyor.
4) İstediğimiz hiçbir şeyi yapamıyoruz, artık sosyal bir yaradılış olmaktan çıkmışız. Robot gibiyiz, insan olmaktan çıktık artık.



sonuç olarak, Marx'tan yola çıkarak ve söylediklerini bizzat tecrübe ederek


CARPE DIEM!







SÖZ - I


Alışkanlık, yaratıcılığın yadsınması ve özgürlüğün değillenmesidir; kişinin kendi kendine giydiği ve farkına varmadığı bir deli gömleğidir.
Arthur Koestler

20 Ocak 2010 Çarşamba

Zorlu Kirlere Çözüm!


Temizlik malzemesi reklamlarına uyuz oluyorum.Neden mağdur kişi hep kadındır?Hadi onu geçtim ona yardım edecek bir kadın daha yok mudur?Ona yardım edecek o lanet zor kirleri çıkaracak kişi hep kaslı süper kahraman mı olacak?Ayaklanalım bence bu reklamlar yüzünden!Topunu yakmalı,yıkmalı izlememeli gerçi.Ama bununla kalmamalı, artık harekete geçmeli.Bu reklamları protesto etmeli!Zorla izlettiriyorlar bari süper kahramanımız şekilli vücutlarıyla kadınlar olsun.Kodummu oturturum diye alttan alttan versin ultimatomu.En azından temizliği güçlü olduğumuz için yaptığımızı düşünürüz(müş gibi yaparız).

U-zak

uzak
kalbim
uzak kalbim
çırpınışlarında
bir şiir okudum
Işıl demiş yazan, kendine.
uzak kalbim
adını Hayat'a verdiğine
okudukça
ne duygusal ne mantıklı
ikisi de olmayan
duygusal mantıklı sabahlarda
yavaş yavaş dokunurken avucunun içine
elimi bilinçsizce tutan bilinci yarım bir adam
o an
yarı kapalı bilincine rağmen hoşuma gidiyor bilinçsiz tutuşu elimi,
avucunda sıkışı
işte o gün, viyana'da karanlık bir sabahmış meğer.
bilinci kapalı uykularımda bilinçsiz adamın yarı bilinçli tutuşu elimi
hoşuma gidiyor.
uzak?
yanımda uzanıyor şimdi,
yarı bilinçsiz
bak bu defa uykusunda da değil
çok içmiş.
solumda idi.
sarsıldım ve bakıyorum imdi
tuşlara dokunmaktaymışım meğer
aklımda bir karaköy hatırası viyana kokan caddeleri, aydınlık gecelerin karanlık sabahlarına giden bir küçük kız çocuğu pis sokaklarda kendini aramaktaymış, bir hikayenin baş kahramanı olabilirdi oysa.
oysa iki kişilik bir hanenin, iki kişilik bir hikayenin baş kahramanı olabilirdi sağındaydı solundaydı sokakta, ya da üstünde altındaydı başka yerlerde
ama uzakmış kalbi
sağıma soluma bakıyorum evet her yere bakıyorum hayır yoksun
yok
ve burası viyana değil.
uzak?
evet uzak, artık yanımda değil


Işıl'a...

KONSTANTINOS KAVAFIS

KONSTANTINOS KAVAFIS

İşte, topraklarımızda (bir süreliğine de olsa) yaşamış, saygıdeğer bir şair!
İskenderiye'de doğmuş, İstanbul'da yaşamış bir süre, asıl adı Alexender Kavafis olan ünlü Yunan sanatçı.
  • İlk şiirleri 1903'te Yunanistan'da yayımlandı. Bir yıl sonra 14 şiirden oluşan ilk kitabını çıkardı.
  • 1907'de Nea Zoi (Yeni Hayat) adlı edebiyat dergisinin çevresinde toplanan genç sanatçılarla ilişki kurdu. 1910'da birinci kitabını 12 şiir ekleyerek yeniden yayımladı.
  • 1911'den ölümüne dek şiirlerini dergilerde yayımlayan Kavafis'in 154 şiiri toplu olarak 1935'te yayımlanabildi.
  • Bütün şiirleri 1963'te gün yüzü görebildi.
  • En önemli şiirlerini 40 yaşından sonra yayımladığı için kendisini "yaşlılığın şairi" olarak nitelendirmiştir.
Kavafis konularının çok büyük bir bölümünü tarihten almıştır. Onun asıl ilgi alanı olan Helenistik dönem ve Bizans, bir kahramanlar çağı değil, karmakarışık olaylar, nedensiz gibi görülen savaşlar, uydu krallıklar, sürgün edilmiş kukla krallar, politik dalgalar, kıskanç, tutkulu sanatçılar çağıdır. Doludizgin bir cinsellik bu örgünün dokusuna işlenmiştir.

En baba şiirlerinden ikisi, Şehir -ya da Kent der bazısı- ve İthaka'dır.


ŞEHİR

Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin
bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

Çeviren: Cevat Çapan



İTHAKA

İthaka’ya doğru yola çıktığın zaman
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
Ne Lestrigonlar’dan kork,
Ne Kikloplar’dan, ne de öfkeli Poseidon’dan.
Bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer.
Ne Lestrigonlar’a rastlarsın,
ne Kikloplar’a, ne azgın Poseidon’a,
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,
kendi ruhun onları dikmedikçe karşına.

Dile ki uzun sürsün yolun.
Nice yaz sabahları olsun,
eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde
önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin!
Durup Fenike’nin çarşılarında
eşi benzeri olmayan mallar al,
sedefle mercan, abanozla kehribar,
ve her türlü başdöndürücü kokular;
bu başdöndürücü kokulardan al alabildiğin kadar;
nice Mısır şehirlerine uğra,
ne öğrenebilirsen öğrenmeye bak bilgelerinden.

Hiç aklından çıkarma İthaka’yı.
Oraya varmak senin başlıca yazgın.
Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın.
Varsın yıllarca sürsün, daha iyi;
sonunda kocamış biri olarak demir at adana,
yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin,
İthaka’nın sana zenginlik vermesini ummadan.

Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka.
O olmasa yola hiç çıkmayacaktın.
Ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka.

Onu yoksul buluyorsan, aldanmış sanma kendini.
Geçirdiğin bunca deneyimden sonra öyle bilgeleştin ki,
artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini İthakalar’ın.
Türkçesi: Cevat Çapan



Doyamadım şiirlere,
bir tane daha!


che fece .... il gran rifiuto

bazıları için bir gün gelir, o zaman
söyler o büyük evet'i ya da büyük hayır'ı.
belli olur hemen içinde kendi evet'ini
hazır bulunduran insan, ve onu söylediği an

onuruna onur katar, yönelir inancına.
pişman olmaz hayır diyen. hayır derdi yine
bir daha sorsalar. ama yiyip bitirir onu işte
o hayır - o doğru hayır - ömür boyunca.


üstaddan tatlı bir alıntı:
"önceki gün gözlerimin önünden geçen tek şiir, iki çocuğun güzelliğiydi."

1996 yılında şairin hayatını anlatan "Kavafis" biyografik filmini Yunan Yannis Smaragdis çekmiş. Filmin müziklerini Yunan büyük üstad Vangelis bestelemiş. Zaten film de, ünlü sanatçı Vangelis'e ithaf edilmiş. Malesef filmin müzikleri resmî albüm olarak yayınlanmamış. Vangelis'in "Odyssey: Definitive Collection" adlı toplama albümünde sadece "Main Titles" bestesini sunmakla yetinilmiş. http://www.imdb.com/title/tt0115849





Çevirmene dair...

Cevat Çapan, 1933 yılında Kocaeli Darıca’da doğdu. Robert Koleji ve Cambridge Üniversitesi İngiliz edebiyatı bölümünü bitirdi. İstanbul Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Yeditepe Üniversitesi Fen-edebiyat Fakültesinde dekanlık yaptı. Halen Yeditepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü öğretim üyesidir.
Şiirleri Adam Sanat, seçilmiş hikâyeler, Varlık, yeditepe gibi dergilerde yayımlandı. İngiliz ve Amerikan edebiyatından yaptığı çevirilerin yanı sıra Yunancadan da Türkçeye çeviriler yaptı. Çağdaş Yunan şiiri, İngiliz şiiri ve Amerikan şiiri antolojilerinin de aralarında olduğu birçok kitap yazdı, çevirdi.

Yapıtları
Dön Güvercin Dön (1985)
Doğal Tarih (1989)
Sevda Yaratan (1994)
John Whiting. Çağdaş Bir Oyun Yazarı, (Birinci Basım, Yankı Yayınları, 1975) Norgunk Yayıncılık, 2007.
Şiir Çevir Denize At (2008) Cumhuriyet Kitapları

Ödülleri
1986 Behçet Necatigil Şiir Ödülü
2008 Altın Portakal Şiir Ödülü (Bana Düşlerini Anlat)

ve
birkaç şiiri...


DÖNÜŞ

Yıllar sonra
odanın kapısını açınca
senin yerine
arkası dönük iki kadın görüyorum
yaşları belirsiz
biri kollarını balkonun korkuluğuna dayamış
öbürü kapının pervazına yaslanmış
uzanıp giden ovaya bakıyorlar
akşam serinliğinde.
Bakışlarının ucunda
mor dağlar yükseliyor
ve inen davarın
çan sesleri duyuluyor uzaktan.
Kapıyı aralık bırakıp
alacakaranlıkta
dağın doruğuna tırmanıyorum
yorgun atımın yedeğinde.



SOLUK SOLUĞA

Uzun, karanlık bir çığlığın da ardına düşebilir insan,
Titrek, eğri büğrü bir yazının çağrısına da uyar.
Bırakıp her şeyi döner -
Aşk bir buluşmadır çünkü,
Her zaman gecikmiş bir buluşma.

Bitmeyen bir kavuşmadır da aşk -
Araya her zaman bir şeyler girer:
Bazen kendi sevincinin kanat gölgesi,
Bazen nabzın hızı, yüreğin titreyişi,
Tüylerin telaşıyla besleniyor gibidir -
Araya her zaman bir şeyler girer:
Çalışma saatleri, karşılıksız sorular.
Nereden bilebilir insan
Bunların hepsinin de aşk olabileceğini?

Çoğu kez aldatıcıdır da,
Bakarsın, herkes onun askeri, onun şehidi.
Oysa aşk hiçbir zaman bir yarış değildir ki.
Bu yüzden yanılır hep
Sayın muhbir vatandaş, köftehor okur, arsız yetkili.
Sararmış bir fotoğraf olarak da çıkabilir karşına,
Borulu bir fonoğraf kılığıyla da.
Bakarsın, ona da dadanmış
Gündelik hayatın sosyolojisi.

Yeniden duyulur bazen o uzun ve karanlık çığlık.
Çağıran o titrek yazı yeniden belirir -
Çünkü aşk en eski köprüsüdür Balkanların, en eski.



WITTGENSTEIN

İçimin içime sığmaması
Canevimde çırpınan
Küçücük bir kuş
Olmasından mıdır aklın?

Cevap Çapan

19 Ocak 2010 Salı

Hepimiz pembeyiz,hepimiz yalanız ulan!


Her küçük kız çocuğunun hayalini süsler Barbie.Pembe hülyalarında hep o ve onun pembe hayatı vardır.Bebekleri alınsa bile kesmez onu,bebeğe elbise ister.Elbise alınır, mobilya ister.Mobilya alınır, ev ister.Ev alınır, daha büyüğünü ister.En sonunda olayı abartıp barbie olmak ister.Göz renginin bile pembe olmasını ister(kuzenimden biliyorum ki kendisi bana pembe lens sipariş etti!).İster de ister.Çocuktur anlıyorum, ben de istedim zamanında çok.(Hatta kuzenimle aynı yaşlardaydık.Sünnet olacaktı.Ben fırsattan istifade ortalığı ayağa kaldırdım 'gelinlik alın bana!' diye.)Sizce de fazla abartı değil mi bu?Yani ben artık sokaklarda gördüğüm barbie baskılı tshirtlerden,ayakkabılardan,çantalardan tiksiniyorum.Tamam ben de istedim ama bize mavi de alınırdı, yeşil de.Pokemon,transformers kalem kutuları falan vardı.Bütün küçük kızlar pembe değildi.Artık onları gördükçe tiksiniyorum pembeden.
Bir de şu çocuk şarkı yarışması var.Onun yüzünden de dövesim gelio şu çocukları.Abi böle bir şey olabilir mi?Ulan sen daha 10 yaşındasın götünde bok var daha.O hareketler ne?Küçük ibo küçük onur furyası bile küçüktü.Bunlar adeta 30yaşında.Hele bücür cadı mı fındık kurdu mu ne var.Onu bir kaşık suda boğabilirim.Hatta onun anne babasını boğmam için bir kaşık suya bile ihtiyacım yok.Ne biçim bir çocuk yetiştirme tarzı.Ayrıca o program ne o program?Bildiğimiz terör.Rtük nerde?Bu çocukları eliyorlar ediyorlar psikolojileri umurlarında değil.Ama bu işte hard core başka bir program var:Yeteknek sizsiniz.Küçücük çocukların çıkarıp daaaan diye tuşa basıyorlar,yazık...
Bu çocuklardan tiksinmemin tek sebebi;tv.Tv den tiksinmemin tek sebebi ;çocukların anneleri, babaları, yani izleyenler.İzleyenlerden tiksinmemin tek sebebi;izlettirenler.İzlettirenlerden tiksinmemin tek sebebi;evler,dolan cepler,reklamlar,para...
Anlıyorum ki bu çocuklara yazık ediyorum.Onlar da dahil hepimiz pembe bir yalanın parçasıyız...

18 Ocak 2010 Pazartesi

Petek le aman sabahlar olmasın(!)


Petek Dinçöz ü ne yapıcaz abi biz?Tekrar çıktı piyasaya.Tam kurtulduk evlendi derken yeniden peydah oldu.Bir de yetmez gibi her yere taşıdığı köpekleri çıktı şimdide.Israrla yanında dolaştırıyor.Alişan dan sonra Beyaz a da getirmiş.Mustafa Üstündağ ve Şafak Sezer ayar oldular.Beyaz köpeklerin ağzının ortasına vurmamak için zor tuttu kendini.Gerizekalı seyirciden ve onlarla aynı okulda olmaktan utandım bir an.Köpeğe alkış isteyen Petek e hep destek tam destek.Eller kızardı köpekleri alkışlamaktan.Mustafa Üstündağ da giydirdi bol bol takdir ettim.Beyaz neyin peşinde onu anlamadım.Neden köpekleri almış ki?İyi oldu ısırdılar bunu.Ama neyse ki işi sağlama aldı kucağa almadı köpeği.Yazık ulen bize!Yıl 2010 saat gecenin ikisi hala kanalları gezerken Petek zulmü!Sa ba ha kadar pettek!

7 Kocalı Hürmüz

Absürd,tatlı,komik,hoş,manidar...bu kelimelerin hepsi bu filmin sıfatlarından,ama en yakışanı "tatlı" sanırım.
ha,bir de cezbedici.


önce uzaktan filmin afişini gördüğünüzde tiyatro oyunu sanıyorsunuz.sonra dikkatli bakınca kadronun muhteşemliğini farkediyorsunuz.bir de bir dipnot:"anlatan EZOP"!
Siz sinemaya giriryor,koltuğunuza oturuyor ve Ezop'un muhteşem hikayesine bırakıyorsunuz kendinizi.

Filmden çıktıktan sonra bir gariplik hissediyorsunuz ama.bir şeyler eksikti sanki,değil  mi?evet,izlediğin bir sinema filmi değildi çünkü.Ezop bir hikaye anlattı sana,biraz binbir gece masalı,biraz orta oyunu,biraz modern komedi biraz kara mizah.ama bir film izletmedi.zaten Ezel Akay da(nam-ı diğer  Ezop),oturduğu koltuğun adı her ne kadar yönetmen koltuğu olsa da,"film anlatıcısı"diyor artık kendine.

Sakın ha,izlediğin tiyatrolarla,Ayten Gökçer'le,Türkan Şoray'la kıyaslamayın Ezopun hikayesin,topuna yazık etmiş olursunuz.

Filmin bana göre çarpıcı diğer yanları da müzik-dans saheleri ve karakterlerin yürüyüşleri.
her karakterin kendine has bir gölge oyunu,hacivat-karagöz yürüyüşü var(ki beni benden aldı:)
Dans sahneleri ise son derece eğlenceli ve cezbedici(bkz:El-Hub)

Oyunculuklarla ilgili yorum yapmak bana düşmez,bunu es geçiyorum.(Ama,Nurgül Yeşilçay!ne güzel kadınsın be!)

gelgelelim 7kocalı hürmüzün neden 7 kocalı olduğuna.
Anlatılanlara Tanrı bile dünyayı 6 günde yaratıp 1 gün dinlenmişken,kadın erkeği şekillendirmek için 7 gününü vermiştir.Ancak şu işe bakın ki hiç bir erkeğe erkekliğin 7 özelliği birden verilmemiştir.
Peki,acaba her kadın o 7 özelliği birden taşıyan erkeği mi arar?
diğer kadınları bilmem,ama işte 7 Kocalı Hürmüz aramış ve bulamayınca 7 ayrı koca bulmuştur kendine.

Berber Hasan erkekteki saflığı,Bekçi Memo erkekliğin çocuksu,pohpohlanmaya yatkın halini temsil eder Redif Çavuşu MehmetAli  romantik erkeği,Hallaç Rüstem de erkeğin aşktan ötürü aşağılansa da yanıp tutuşan ruh halini ve de ayran gönüllülüğünü gösterir bize.Hızır Reis tez parlar ama kolay aldanır.Fişek Ömer ise erkekliğin saf cinsel görünümüdür;kadını basit davranışlarla büyüleyen"doğrudan sonuca gitmek isteyen arzu hayvanı"dır.
Ve son olarak,Hürmüz'ün uğruna bütün kocalarından vazgeçtiği Doktor Hüsrev erkeğin zarif yanını temsil eder.kadını anlamaktan çok onu kendi romantik dünyasının dışavurumu olarak görür.ama gelgelelim Hürmüz onun uğruna bütün kocalarından vazgeçse de,sonrasında vazgeçmekten vazgeçecektir,çünkü Hüsrev bütün güzelliğine rağmen erkeksilikten yoksundur.

Çok mu uzadı?pardon efendim,kaptırmışım kendimi.biliyorum biraz geç oldu bu eleştiriyi yapmak için,artık sinemada izleyemezsiniz filmi ama,evde de olsa mutlaka izleyin derim ben.

(ayrıca müzikler için Ender Akay ve Suna Özgür'ü de haddim olmayarak alınlarından öpmek istiyorum)
(ayrıca Ezel Akay kendine neden mi film anlatıcısı diyor,sırasıyla izleyin ve anlyın: 1)Neredesin Firuze 2)Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü  3)7 Kocalı Hürmüz)
sevgiler.


13 Ocak 2010 Çarşamba

Adam.

Adam.


Deniz yazar

Yazıyor bir şeyler saatlerce, sabah oldu demiş kalkmış, bakmış saat 11.30, paranoya başlangıcı olduğunu hatırlamış, hemen telefona sarılmış, bir başka semptom bulmuş kendinde, derhal gitmeli doktora. Okey vermekte annesi, karşılayacak ne vardıysa ruhunda kesik. Yamayacak bir doktor arayacak.

Noodle siparişi veriyor. Siparişi nakit ödeyene %20indirim. Nakdi işaretliyoruz, adam geliyor, cüzdana bakıyor, kuruş yok. Onunla tanıştığımız günün aksine. 65kuruşun aksine. Ama o zamanlar kuruş yoktu, 65.000 vardı cebimde, yani o zamanın parasıyla, hiçbişeye yetmeyen bi para. Simit sarayında bi kuşburnu bile içemezsin mk.

Adam geliyor, deniz cüzdana bakıyor. Kredi kartı var ama olmaz, onda biriktirilmiş ve kenara konmuş paralar var, ya hasta olursam? O zaman lazım. Dönüyor. Adam, bence sen geri git, üzgünüm, sen ye onu. Galiba suratında açlık izleri var, kahvaltı etmemiş ki daha, ama saat 14:14. Adam olmaz diyor. Gitmem kalırım. Kapının önünde otururum. Sen ödemeni yap. Aslında yapma boşver. O zaman diyor Deniz, gel içeri. Kapıdan yani, gir içeri. Adam giriyor. Üstü sırılsıklam. Dışarıda yağmur. Okul tatil iyi ki. Deniz ketılda su kaynatıyor, adama koyuyor çay. Isıtıyor çay. Deniz ondan çay içmez, vücudundaki her dolu alemi kustu gözyaşlarını, midesini, geceyi. Ve o geçen gün, geçmekteki gün ruhu ısındı. Ondan, çay içmez deniz. Kahve kapiçino filan içer. İçti de. Adam ısındı. Ye dedi. Paketi açtı. Açtı. Kullanılmış bir çatalla yemeye başladı. Ne de olsa benden başkasının salyası yok üzerine kanırtılmış. Problem de olmazdı, titizliğim üzerimde değil, geçmiş beş sene hep başkasının kusmuklarını yemedik mi zaten doymak için, mühim değil dert değil. Lakin geçmiş geçmişte böyle şekillendiyse gelecek de aynı şekilde çeperlenecek değil. Mühim değil, bunları konuşmayalım. Tamam yiyelim. Deniz yer. Adam içer. Biri doyar biri ısınır. İyi ki okul tatil.

Keşke abim de burda olsaydı.

Keşke zaman dursaydı

Keşke görünmez olabilseydik

Keşke ışınlanabilseydik

Keşke an’ı durdurabilip durmuş an ve mekanda bizler hareket edebilseydik. Ama sadece biz.

***

Bak bence dokunmalı o yıldızlar birbirine, yoksa ruhları üşümeye devam eder. Dokunmalılardır ki, abisi, kedisi ve kendisi, korkmasın. Gece.

***

Beni onlar davet etmez, çünkü ben yalnızca benim olanları davet ederim, benim olanları ve bana ait olanları. Benim olup da bana ait olmayanların, bana ait olup da benim olmayanların hiçbiri bir hücresini bile sokamaz bu kapıdan içeri. Bir kapıdır ki, o kapının ardı bir başka kapı Bu yüzdendir ki “biz” diye bir kelime vardır. Biz’e dahil olmayanlara burada yer yoktur, bizim sığıntı limanımızdır burası. Bir ötekileştirme söz konusu değildir, ama bizim de davet edilmeyişimizin sebebi budur. Nedir?

Her davet edenin de bana ait ve benim olduğu da gerçekliğin bir parçası değildir.

Demek ki, peşinden gittiğimiz, önünden gittiğimiz, yanında gittiğimiz, üstünde veya altında gittiklerimiz, davet edilen yere etrafında gittiğimiz yerdir biz. Biz, bu kapıdan içeri girebilendir bizim iznimizle, davetimizle.

Biz güzel bir şey.

Bakıyorsun: kabı sana benzemiyor.

Bakıyorsun: içi senin aynın.

Bakıyorsun: sen yoksun, o var.

Bakıyorsun: o sensin. Je est un autre. Ben bir başkasıdır, ben o’dur, bir başkası olan odur.

Bakıyorum: alter ego,

Bakıyorum: beni benim kadar iyi tanıyan, o kadar iyi dost.

Bakıyorum: dişilerde erkek, erkeklerde dişi olduğu takdirde özerklik isteyerek (dissosiyatif bozukluklar) (kişilik bölünmesi) (şizofreni) ortalığı karıştırabilecek, VAR BEDENDEKİ YOK KİŞİ.

Bilmiyorum ne yaşandı ne yaşanmadı, rüya mı gerçek mi. Ama o adam kapıdan içeri giremedi. O adamı ben çağırmadım. O adam kim. Nasıl neden.

Of bittim gene. Uyuncak ve dokun. Thetis

14 Ekim 2009

Thetis