19 Ekim 2010 Salı

BİR HAFTADA ALTI KİLO VEREBİLİRSİNİZ.

BİR HAFTADA ALTI KİLO VEREBİLİRSİNİZ.

YAĞ ERİTİCİ ÇORBA
MALZEME: 6 adet yeşil soğan, 2 adet domates, 1 büyük beyaz lahana, 2 adet yeşil biber, 1 demet kereviz sapı, 1 demet maydonoz, tuz , karabiber, köri, 1 adet tavuk veya et suyu tablet, isteğe bağlı olarak acı sos kullanabilrsiniz.
HAZIRLANIŞI: Tüm sebzeleri iyice yıkayınız. Sebzeleri küçük veya orta boy doğrayın, tencereye koyup üzerini öretecek kadar su ilave edin, 10 dk hızlı ateşte kaynatın sonra ateşi kısarak sebzeler yumşayıncaya kadar pişirin.
Bu çorbanın kalori değeri düşük olduğundan kendinizi aç hissettiğiniz her zaman içebilirsiniz. Bu hastalara ameliyattan önce zayıflamaları için verilen bir çorba. Diyet programına birebir uymanız çok önemli. Bol su içmeniz çok önemli yağlar bu sayede eriyor. 7 günlük diyet için çorbayı iki kez yapmak yeterliymiş.

BU ÇORBA İLE UYGULANACAK DİYET PROGRAMI:
1. GÜN: bütün meyveleri (muz hariç) yiyebilirsiniz. kabun ve karpuzun kalorisi düşük olduğundan tercih edilebilir. Sekersiz çay ve kahve serbestttir. su içmeyi ihmal etmeyin.
2.GÜN: bütün sebzelerden doyuncaya kadar yemek serbest. yeşil sebzeleri tercih edin. kuru fasulye, mısır, bezelyeden uzak durun. gün boyunca acıktıkça çorba için
3. GÜN: istediğiniz kadar çorba için. sebze meyve yiyin. patates yemeyin. !!! üç gün boyuncca hiç hile yapmadıysanız 3-4 kilo verdiğinizi göreceksiniz.
4.GÜN: muz ve yağsız süt. en fazla 3 muza izin var. yağsız sütün yanında bol bol çorba için.
5.GÜN: sığır eti ve domates. gün boyunca 310-620 gr sığır eti ve 6 adet domates yiyebilrsinz. gün boyunca 6-8 bardak su içmeyi ihmal etmeyin. çorbaya devam.
6. GÜN: et ve sebzeler. bugün 3-4 adet büftek ve sebze yiyebilirisnz. yeşil lifi olan sebzeleri tercih edin. patetes yemeyin.
7. GÜN: kahverengi pirinç. meyve ve sebze suları ile tekrar doyurun kendinizi. acıktıça çorba için.

Altıncı günün sonunda yukarıdaki diyeti hiç hile yapmadan uyguladyısanız 5-8,5 kilo kaybetmiş olmanız gerekir. Şayet 7,5 kilodan fazla kaybettiyseniz tekrar başlamak üzere 2 gün için diyeti burakmanız gerekir. Bu 7 günlük planı istediğiniz sıklıkla uygulayabilirsiniz. Bu diyet sisteminizi temizleyecektir. Bu rejimle yağlar hızla yanar. Diyet sırasında alkol ve alkollu içecek kesnlikle kullanmayın, çünkü bunlar vücudunuzda yağ birikimine sebep olur. alkolu dyete başlamadan 24 sa önce bırakın. Diyete başladıktan sonra bağırsak faaliyetleriniz değişir. Çorbalarınza kepek ekleyebilirisniz. Bu diyette kahve serbesttir, zaten 3. günün sonunda kafeine ihtiyaç duymayacaksınız.

YASAKLAR: ekmek, alkol, karbonatlı içecekler. bunların yerine şekresiz çay, koyu kahve, doğal meyvesuları, kızılcık suyu ve yağsız süt içilebilir. bu temel yağ eritici çorbayı aç hissettiğiniz her an içebilirisniz. ne kadar çok çorba içerseniz o kadar çok yağ kaybedersiniz. kızartılmış sebzeler yasaktır. et yerine haşlanmış veya fırınlanmış derisi alınmış tavuk da yiyebilirisniz.

20 Mayıs 2010 Perşembe

The Aristotelian Golden Mean(Virtues and Vices)

Hazırladığım bir ödevle ilgili gezinirken gözüme takılanları paylaşmak istedim.


Deficiency/Vice// Mean/Virtue// Excess/Vice

-Cowardice (korkaklık)// -Courage (cesaret)// -Foolhardiness (deli cesareti)
-Anorexia (aşırı derecede zayıflık)// -Moderation (ölçülü olma)// -Gluttony (oburluk)
-Stinginess (cimrilik)// -Generosity (cömertlik)// -Profligacy (hovardalık)
-Standoffishness (çekingenlik)// -Friendliness (cana yakınlık)// -Obsequiousness (yağcılık)
-Shyness (utangaçlık)// -Pride (gurur)// -Vanity (aşırı gurur)
-Pessimism (karamsarlık)// -Realism (gerçekçilik)// -Optimism (iyimserlik)
-Celibacy (abazanlık)// -Monogamy (tek eşlilik)// -Promiscuity (önüne gelenle)
-Dullness (durgunluk)// -Well-roundedness (çok yönlülük)// -Wildness (haşarılık)


According to Aristotle, one must seek the mean, "the Golden Mean", between extremes, which is not the middle, but what is proper in a given situation.

Ben bu altın oran fikrini hristiyanlıktaki "seven deadly sins" hikayesine benzettim. Hani şu wrath, greed, sloth, pride, lust, envy, gluttony versiyonu. Aristoya göre ahlaklı, erdemli olmak; topluma uygun, gereği gibi, uçlardan uzak yaşamakla oluyordu. Hatta araştırıken fark ettim ki şu hani yüzdeki altın oran hikayesi vardır ya, işte onun da Aristo felsefesinden çıktığı söyleniyor. Tabi Aristonun sadece ahlaklı olmak için değil, sanat için de geliştirdiği bir altın oran kanunu var sanıyorum. Sizleri de düşünürmek için kendi yorumumu yazmak istemiyordum aslında ama bana gayet christianityi besleyen, bağnaz bir düşünce biçimi gibi görünüyor.

30 Mart 2010 Salı

tarihte bugün ne olmuş,nasıl olmuş

bir göz gezdireyim bakalım,neler olacak demiştim ve şu öldü bu doğdulardan sonra bir şey çarptı gözüme:
Ezanın Türkçe okunması için Senato'ya yasa önerisi verildi.(30/03/1973)


peki nedir ezanın tarihteki gidişatı?


Ezan 1932 ile 1950 yılları arasında Türkçe okunmuştur ülkemizde.tarihlere dikkatinizi çekmek istiyorum.
1932 yılı CHP'nin tek parti olarak iktidarda bulunduğu,Atatürk'ün cumhurbaşkanı olduğu dönemdir.
Ezanın Türkçe okunması uygulamasına geçilmeden önce Atatürk'ün isteğiyle din adamları bunun caiz olup olmadığı tartışılır ve caiz olduğuna karar verilir.Ardından Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı genelge ile ezanı artık Türkçe duymaya başlarız.Artık anlamını çoğumuzun bilmediği(o dönemde biliniyor olabilir,ama şu an durumun öyle olmadığı aşikar)Arapça sözler yerine bu sözlerle öğrenmeye başlarız namaz vaktini:
"Tanrı uludur; 
Şüphesiz bilirim, bildiririm:
Tanrı'dan başka yoktur tapacak,
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı'nın elçisidir Muhammed
Haydin namaza, haydin felaha
Namaz uykudan hayırlıdır."


hatta 1941 yılında Türk Ceza Kanununa eklenen hükümle ezanın Arapça okunması cezai yaptırıma bağlanmıştır.(bu uygulamanın biraz aşırıya kaçtığını ben de kabul ediyorum,ama dönem şartlarını da gözönüne almak gerekli)

peki sonra ne oluyor?
1950 yılı Demokrat Partinin iktidara geldiği yıldır.DP'nin ilk icraatlarından biri Arapça ezanı serbest bırakmak oluyor.Türkçe ezan yasaklanmıyor ama bir daha da kullanılmıyor(demek ki halk bunu istiyormuş diye düşünmeyin lütfen.pek çok din adamının bağnaz olduğunu ve dönemin şartlarını gözönünde bulundurun)

peki ya sonra?darbe oluyor,Adnan Menderes idam ediliyor(hayır,asla onaylamıyorum),61 Anayasası yürürlüğe giriyor(keşke hala yürürlükte olsa).ve bundan tam 37 yıl önce Senatoya ezanın Türkçe okunması için yasa önerisi veriliyor.
sonuç?Ezan 60 yıldır Arapça okunuyor ve duyanların büyük bir çoğunluğu onun sadece namaza çağırdığını biliyor,nasıl çağırdığını değil...
Arapça ezan makamlı okunması v.s. gibi sebeplerle kulağa hoş geliyor olabilir,ama bir o kadar da boş geliyor.


kaynak: http://www.kongar.org/aydinlanma/2004/440_Turkce_Ezanin_Oykusu.php
             http://www.tarihtebugun.gen.tr/

3 Mart 2010 Çarşamba

ARAMIZDA BU CAM BÖLME

ayırmışlar seni benden
aramızda cam bölme
biliyorum ordasın sen
şu camın arkasındasın
şu incecik
şu zavallı
renkli camın ardındasın
yapayalnızsın

uzanmışsın soylu çıplaklığınla
ama çıplak değilsin
pembesin
yeşilsin
morsun
kızılsın
saçlarınla oynuyorsun durmadan
sabah kesip kısa kısa
akşam uzatıyorsun
gözlerinle oynuyorsun durmadan
gözyaşın değişmiyor
gülüyorsun pencereden sokağa
kuytuda ağlıyorsun
bekliyorsun ağlayarak
o mavi kuşu

biliyorum
biliyorsun dilini duvarların
kapıların karanlığa kapanışını
gece köpek seslerini yolcu uçaklarını
filmin öbür yarını
sonun ardını
çiçekli balkonların gizli yanlızlığını
aşkın kedi çığlığını ıslaklığını
içkinin yasalara amansız düşmanlığını
duyuyorsun
biliyorum
yaşıyorsun çırılçıplak
ama işte ardındasın şu camın
kozanın içindesin
saçlarınla oynuyorsun durmadan
gözlerini boyadıkça artıyor dalgınlığın
bekliyorsun
biliyorum
bekliyorsun ağlayarak
o mavi kuşu

bense öbür yüzünde zavallı camın
vangölü’nün karanlık sularını çılgınca
çılgınca kulaçlıyorum kavuşmak için sana:
-tamarraaaa
ah tamarraaa
güzel tamarraaa!

bitmiyor su
bitmiyor su
kıyı kaçıyor
çığlıklarım karışıyor karanlık dalgalara

varıyorlar bizden sonra seninle bana
anlıyorlar bizden sonra seninle beni
sen bir avuç barut külü bir yanda
ben bir avuç ateş külü bir yanda
durur küller arasında yalnız ve uzak
o incecik
o zavallı
cam bölme.....

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

27 Şubat 2010 Cumartesi

SENİN MASALLARINI DİNLEMEK


Evreni kucaklıyorum

Ama seni değil

Dokunamıyorum sana

Bir tavla sehpası açık önümüzde

Bir de onun hikayesi dilinde

Ben sana bakıyorum

Gülmeden konuşmadan

Davranmadan sana.

Sadece

Gözlerini severek gözlerimle

Titreyen ellerinle

Dudağının ucuna tutturduğun

Bir tutam tütünü

Fark etmemişçesine bakıyorum bana bakmana

Peki bu tavla sehpası

Neden açık hala?

Hatalıyım biliyorum

Çok daha hızlı yürüyebilirdik bize

Hiçbir çekincen olmadan

Eğer ki anlatmasaydım sana

Her çapkınlıktan sonra kendimi nasıl hissettiğimi.

Tavla sehpası açık

Bir de hikayesi

Babalar konuşuyor kafalarımızda

Boşver ikimizinkisi de ilgisiz.

Sana dokunabilir miyim

Dudaklarımla?

Evreni kucaklarken

Senin müziğinde kaybederken kendimi

Dayayabilir miyim sırtımı göğsüne

Bırakabilir miyim kendimi sakin rüzgarına?


sen adına

Senden bir şeyler kalsa bende

Unutmuş gibi unutsan

Ne senin ne de benim olan

Ama benim sahiplenebildiğim


Bir kitap olsa

Çok sevmiş gibi anlatsam

İlginçmiş gibi dinlesen

Merak etmiş gibi yapsan

İstemiş gibi, desen, ödünç verir misin bana?

İnan kalmasa baskısı,

Ellerimle yazarım aklımda kalanları.

Bir sebep bulsam mantıklı

tekrar görüşmek için

Mantıklı bir sebep

Katıksız beyin.

Yok

Bilmiyorum ben ki

Israr edebilirim gel de gel diye

Başkalarının arasında

Yani sırf seni görmek için



Gel gözüne bakasıcağım

Gel tenini sevdiceğim

Tüm şarkılarımı veresiceğim

Gel yanıma otur, bir şarkı söyle bana.

21 Ocak 2010 Perşembe

SÖZ - II


carpe diem "günü yakala" anlamına gelen kelime grubu, diye geçer ekşi sözlükte.

vazgeçme, erteleme...
yaşamı umursa!
kendi gerçeğini bulmak istiyorsan,
düşünü kovala.

Lacivert gibi sağlam olmalıyız kızlar.
ne pembe gibi yalandan, ne siyah gibi damardan!
lacivert gibi sağlam, lacivert kadar sağlam!
Ve evet, gece gibi evet evet, gecenin o güzel laciverdinde, yani kendimizde parlamalı altın düşüncelerimiz, yıldızlar gibi.


sanki ertesi gün ölecekmiş gibi yaşamak, her anın, her insanın
tadını çıkartmak, gününü gün etmek

"carpe diem even if it kills you"
ölü ozanlar derneği

artık o gerizekalı feysbuk oyunlarını oynamaya son
artık msn başında saatlerimi öldürmeye son ve
artık kendimi "hadi çalış hadi çalış" diye zorlamaya, kötü notlar alınca üzülmeye son
yapamadıklarımı düşünüp hayıflanmaya, bir sonraki gün için telaşa kapılmaya son.


neden mi?
buraya Marx'tan yana geldim.
buraya Adam Smith'ten yana geldim.




Marx'a geleceğiz.

Adam Smith'in Ulusların Zenginliği adlı eserinden yola çıkıyoruz. Saygıdeğer düşünür, ulusun varacağı en iyi, en güzel, en uzak noktanın iş bölümü olduğunu savunur. Örnek olarak da toplu iğne imalatını verir. Çalışanların kimisi toplu iğne ucunu boyar, kimisi parlatır; bazısı iğneyi elde edecek şekilde iğnenin ham maddesini parçalara ayırır; geri kalanlar da iğnenin ucunu sivrileştirir. Son işlem de iğneyle toplu iğne ucunu birleştirmektir. Bu işlem esnasında yapılan her farklı hareket, birer birer insanlar arasında bölüştürülür.
paşakızı her zaman iğnenin ucunu sivriltir diyelim,
thetis her zaman uçla iğneyi birleştirir,
diğerleri de diğer işlemleri yapar.
yani, herkes bir alanda uzmanlaşır.
bu, iş bölümüdür.
böylece, zamandan tasarruf ederiz.
ve Adam Smith'e göre, işte bir ulus için zenginlik buydu.

Gelgelelim değerlimiz Marx'ımıza
Marx'a göre autonomy, yani insanın kendi kendine yetebilmesi son derece önemliydi,
iş bölümünde ise, insan illa ki bir şeylerden feragat etmek zorundaydı, başka bir şeye kavuşmak amacıyla.
Örneğin thetis fırıncı ekmek yapıyor,
crs's ise sütçü olsun :)
süt almam için ona ekmek veriyorum filan. o da aynı şekilde.
birbirimize muhtacız.
there is no autonomy here.
(zaten Adam Smith'e göre, insanlar birbirlerine bayıldıklarından ötürü değil, doğalarında değiş-tokuşa meyillilik olduğundan ötürü ticaret ederlermiş.)

Her gün her gün aynı işlemi yapmaktan, yaşayabilmek için çalışmaktan ziyade, çalışmak için yaşıyor hale gelmemizden ötürü
1) Yaptığımız işten
2) Üretim sürecinden
3) Arkadaşlarımızdan
4) Kendimizden
uzaklaşıyoruz.

1) Aynı şeyi milyonlarca kez zorunlu olarak yaptığımız için, profesörü dahi olsak, yaptığımız işten bıkıyoruz. Bu bizi işimizden soğutuyor.
2) bkz. 1
3) Sürekli çalıştığımız için çok yoruluyoruz. Dinlenmeye olan ihtiyacımızdan ötürü arkadaşlarımıza vakit ayıramıyoruz, bu da yanında depresyonu getiriyor.
4) İstediğimiz hiçbir şeyi yapamıyoruz, artık sosyal bir yaradılış olmaktan çıkmışız. Robot gibiyiz, insan olmaktan çıktık artık.



sonuç olarak, Marx'tan yola çıkarak ve söylediklerini bizzat tecrübe ederek


CARPE DIEM!